Tuesday, December 11, 2007

Ne ekersen onu biçersin

http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=101409,10,2

Engin Ardıç , Akşam , 12.12.2007


Ne ekersen onu biçersin



Şimdi hepiniz ağlıyorsunuz: Cumhurbaşkanı, YÖK’ün başına “türbana ılık bakan” bir profesör atamış...

Ne bekliyordunuz, CHP eğilimli birisini mi atayacaktı?

Kendinize göre “dizayn” ettiğiniz bir baskı düzeni başkasının eline geçince ağlamaya hakkınız var mı?

Niçin YÖK adında bir ucube oluşturdunuz? Üniversiteleri zart zurtla baskı altında tutmak, yalnız öğrencilerin değil hocaların bile saçına sakalına dahi karışmak için değil mi? (Sakalını kesmeyi reddedip istifayı basan bir tek Emre Kongar olmuştu...)

Şimdi bu YÖK “ötekilerin” eline geçince mi aklınız başınıza geldi?

Niçin bağımsız üniversiteleri budadınız da eğitim düzeyi düşük “yüksek liseler” çıkardınız ortaya? Beyinleri siz değil de bir başkası yıkamaya kalkınca mı o çamaşır makinesinin sakıncaları gündeme gelebiliyor?

Niçin cumhurbaşkanlığı makamını “sembolik” olarak bırakmadınız da, fiilen hükümetin başı olarak yetkilerini güçlendirdiniz?

Kenan Evren memleketi daha iyi kontrol edebilsin diye... Öyle değil mi? Arkasından Turgut Özal gelince de hır çıktı.

Niçin cumhurbaşkanı orduların başkomutanıdır da günün birinde ortaya bir “sivil komutan” ya da “bürokrasiden gelmeyen” bir komutan çıkabileceği hiç düşünülmemiştir?

Şimdi de cumhurbaşkanıyla başbakan arasında çıkacak “muhtemel ve muhayyel” bir çatışmadan medet umuyorsunuz. Ya çıkmazsa?

Bu kadar güçlü bir koltuk şimdi “ötekilerin” eline geçince yakınmaya hakkınız var mı?

Hem serbest seçim yapıp hem de seçimi “başkası” kazanınca yakınmaya hakkınız olmadığı gibi...

Niçin rektörleri atamayı da cumhurbaşkanının keyfine bıraktınız ve şimdi maraza çıkarıyorsunuz?

Niçin hakimlerin ve savcıların bağımsız bir “hukuk konseyi” tarafından atanmasını sağlamadınız da, yalnız Adalet Bakanı’nın değil onun müsteşarının bile söz sahibi olduğu bir dikta düzeni kurdunuz?

Şimdi de o müsteşara kırmızı halı döşüyorlar, bozuluyorsunuz... Kaderi iki bürokrat dudağı arasında kalan adam baş mı kaldıracaktı?

Niçin, siyaset bilimi literatüründe görülmüş en berbat siyasi partiler kanununu, en yanlış seçim kanununu çıkardınız da, şimdi eline kuvvet geçen onu kendine yontunca mızıklanıyorsunuz?

Hem başbakana kızıyorsunuz hem ana muhalefet liderine, “parti içi diktatörlük” kurdukları için... Onlara bu olanağı kim sağladı?

Yüzde 46 oy oranıyla meclisin yüzde 60’ını ele geçirmeyi sağlayan sakat sistem kimin eseridir?

Parti başkanının, kendisini seçecek kurultay delegelerini kendisi tayin etmesi gibi, misli görülmemiş bir saçmalığı kim yumurtlamıştır?

Ve de Kürt meselesinde “hatayı” kim yapmıştır?

Şimdi de “hata ettik” demek niçin yasaklanmıştır?

Hem Avrupa’nın kurallarına uymamak için bin dereden bin su getiren, hem de Avrupa bizi istemiyor diye küsenler kimlerdir?

Çağdaş olmaya asla yanaşmayıp sonra da “muasır medeniyet seviyesi”nden dem vuranlar mı acaba?

Doksan dokuz liraya 1935 modası kazak giymeyi Atatürkçülük sanan kafa mı yoksa?

Avcı ceketle golf pantalonu da uydurun, belki memleket kurtulur.

No comments: