Friday, January 18, 2008

Emekli Binbaşı Rektör Osman Metin Öztürk'ten garip iddialar !

http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=639567

Zaman , 18 Ocak 2008, Cuma

Rektör Osman Metin Öztürk'ten garip iddialar !

Giresun Üniversitesi'nin emekli binbaşı Rektörü Öztürk, 'Silahlı kuvvetlerin sıcak gelişmelere angaje olması, içeride rejimin değişmesini önlemedeki rolünü ciddi şekilde geriletir" dedi.


Bugün Gazetesi'nde yayınlanan habere göre, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in yeni kurulan Giresun Üniversitesi'ne rektör olarak atadığı, emekli binbaşı Prof. Dr. Osman Metin Öztürk, kişisel web sitesinde 'Sıcak gelişmelere angaje olmuş bir Silahlı Kuvvetlerin, içeride rejimin değişmesini önlemedeki rolünü ciddi şekilde gerileteceğini' söyledi.

Rektör Öztürk, 'www.habusulu.com' adlı kişisel web sitesinde kaleme aldığı 'Orta Doğu'da Oyunun Yeni Adı: Sünni Cephe' başlıklı yazısında, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin yurtiçindeki rejimi koruma görevine yönelik endişelerini dile getirdi.

TARAF OLMAMALIYIZ

Öztürk, Türkiye'nin Ortadoğu'daki sıcak gelişmelere taraf olmaktan kaçınmak zorunda olduğunu belirterek şöyle konuştu: 'Türkiye'nin içinde bulunduğu iç ve dış koşullar, bunu öngörmektedir.

Laik ve temeli milli kültür olan Türkiye Cumhuriyeti'nin bugüne kadar, Orta Doğu'daki Türk varlığını ve Irak'taki Türkleri görmezden gelmiş iken, şimdi dinsel kimliği ile Orta Doğu'ya ve Irak'a angaje olması kabul edilemez.

Irak'taki Türk varlığının malı, canı, namusu, tarihi hedef alınıp bu ülkedeki Türk izleri silinirken buna seyirci kalınıp, şimdi Şii yayılmacılığını durdurmak adına Türkiye'nin Sünni kimliği ile bölgede ortaya çıkması ve bu kimliği ile olaylara angaje olması, içte rejimi değiştirme ile sonlanabilecek bir süreci tetikleyebileceği asla göz ardı edilmemesi gereken bir ihtimaldir.

Türkiye'nin Sünni cepheye dahil olması demek, Cumhuriyetin temelinin milli kültür olduğu gerçeğinin görmezden gelinmesi demektir.'

ORDU UZAK KALMALI

Türk ordusunun bölgedeki sıcak gelişmelerden uzak kalmasını isteyen Giresun Üniversitesi Rektörü Osman Metin Öztürk, 'Türkiye'nin Sünni islam kimliği ile olaylara angaje olmasının, doğal olarak Türkiye'de siyasal islam'ın güç kazanmasına neden olacağı açıktır.

İlave olarak, sıcak gelişmelere angaje olmuş ve dolayısıyla gücünü buralara aktırmış ve dağıtmış bir Silahlı Kuvvetlerin, içeride rejimin değişmesini önlemedeki rolünün de ciddi şekilde gerileyeceği şüphesizdir. O itibarla Türkiye'nin Sünni cephe oluşturma çabalarının dışında kalması gerekmektedir' demesi dikkat çekti.

Türkiye'nin Suudi Arabistan ile birlikte Sünni cephe oluşturma işine soyundurulduğunu öne süren Öztürk, 'Suudi Kralın Türkiye'den sonra Mısır'a gitmesi; Türkiye'nin de halkının çoğu Sünni olan Suriye Devlet Başkanı'nı Ankara'da ağırlaması ve İsrail ve Filistin tarafına ev sahipliği yapması, bu anlam yüklenebilecek gelişmelerdir' dedi.

BARIŞ ALEYHİMİZE

Öztürk, İsrail ile Filistin arasındaki olası bir barışın Türkiye'nin aleyhine olacağını savunurken sözlerini şöyle sürdürdü: 'İsrail-Filistin anlaşmazlığının sona ermesi demek, bölgede dikkatlerin buradan Türkiye'nin güneyine çevrilmesi demektir. Ayrıca, Türkiye'yi sıkıntıya sokacak daha ciddi ve büyük sorunlarla karşı karşıya bırakır.'


18 Ocak 2008, Cuma

Thursday, January 3, 2008

Yasaksız üniversite ideali

http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=632214


Şahin Alpay , Zaman , 03 Ocak 2008, Perşembe


ŞAHİN ALPAY

s.alpay@zaman.com.tr

Yasaksız üniversite ideali


Geride bıraktığımız yılın Türkiye'ye getirdiği yeniliklerden biri son kez TBMM'nin seçtiği Cumhurbaşkanı, bir diğeri de onun atadığı yeni YÖK Başkanı oldu.

Yüksek Öğretim Kurulu başkanlığına Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ın getirilmesi beklenmiyordu, ama atama Özcan'ın akademik kimliği nedeniyle, en azından sosyal bilimciler arasında genelde olumlu karşılandı. Tabii ki kamuoyu önceki başkanlar gibi Sayın Özcan'ın "not"unu da ancak görevdeki performansını gördükten sonra verecek.

Önceki YÖK başkanlarının bazıları, bu arada Prof. Dr. Erdoğan Teziç yakından tanıdığım kimselerdi. Sayın Teziç'in üniversitenin özerkliğine ve yüksek öğretimde standartların yükseltilmesine önem vereceğini umuyordum. Ama Teziç YÖK'ü demokrasi üzerindeki bürokratik vesayet kurumlarından biri olarak anladı ve onu siyasi mücadelenin tarafı haline getirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla çıkan kriz sırasında, "Bugün parlamentodaki siyasi çoğunluk sadece siyasi iktidarı değil, ama devlet iktidarını da ele geçirmek istiyor" diyerek, Türkiye'de bir değil iki iktidar, iki devlet olgusunu benimseyen anayasa hukukçusu olarak tarihe geçti. Sayın Teziç, kişisel fikirlerini söylemekte elbette serbestti, ama "Rektörler Komitesi" bildirileriyle üniversiteleri bağlayıcı açıklamalara önayak olması, akademik özgürlüğün çiğnenmesinin en çarpıcı örneklerinden biri oldu.

Prof. Özcan'ı şahsen tanımıyorum. Ama üniversitelerin sadece bilimle uğraşan akademik, idari ve mali özerkliğe sahip kurumlar olmaları gerektiğine dair görüşlerini paylaşıyorum. Üniversite mensuplarına "önümüzdeki dönemde hem öğretim üyelerinin hem de öğrencilerin düşüncelerini serbestçe açıklayabilecekleri bir ortamın" oluşturulacağına dair vaadlerini, bir taahhüt olarak görüyorum. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kalkmasından yana görüşlerini de elbette çok yerinde buluyorum. Kamu görevlilerine, ilk ve orta öğretimdeki öğrencilere başörtüsü yasağının savunulabilir yönleri varsa da üniversitelerdeki yasağın kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur.

Prof. Özcan, YÖK'te yeni, özgürlükçü bir zihniyetin müjdecisi olabilir. Ne var ki, hemen bütün diğer alanlarda olduğu gibi yüksek öğretimde de hukuki düzenlemeler, zihniyetten daha az önemli değil. 1981 tarihli YÖK Yasası, 12 Eylül askerî yönetiminin çıkardığı ilk yasaydı ve tıpkı ülkeyi bir kışlaya çevirmek üzere tasarlanmış 1982 Anayasası gibi, üniversiteleri birer kışla haline getirmeyi amaçladı. 1982 Anayasası gibi YÖK Yasası da, çok partili düzene geçilip, özgürlükler genişledikçe sürekli değiştirilmek zorunda kalmış, "yazboz tahtası"na dönmüştür. Ne var ki askerî yönetimin otoriter zihniyeti anayasaya olduğu gibi, YÖK'e de sinmiştir. Sivil ve demokratik bir anayasa gibi, sivil ve demokratik bir üniversite kanununa da şiddetle ihtiyacımız var. Yeni anayasa ile birlikte yeni YÖK Yasası da mutlaka gündeme gelmeli.

Prof. Özcan'ın üniversiteler ile ilgili sözlerini okuduğumda, bundan 22 yıl önce, YÖK Kanunu'nun kabulünün 4. yıldönümünde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan "YÖK Dosyası" başlıklı yazı dizisini hatırladım (29 Eylül-5 Ekim 1985). Bu diziyi YÖK üzerine üniversiteden istifa eden dostum Dr. Ömer Madra'nın katkılarıyla ben kaleme almıştım. Söz konusu dizide 1971-79 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Rektörü olan, 2002'de vefat eden, kendisini saygıyla andığım rahmetli Prof. Dr. Aptullah Kuran ile yaptığım mülakat da yer alıyordu. Prof. Kuran'ın YÖK'ün ne olması gerektiğine dair şu sözleri bugün de aynen geçerliliğini koruyor: "Üniversite düşünen insanların bir arada olduğu bir yer. Düşünme üniversitenin esas görevlerinden biri. Üniversitenin depolitize edilmesi bir çeşit 'üniversitede düşünce olmaz' gibi bir ortam yarattı... Bence esas tehlikeli olan budur... YÖK'ün esas işine dönmesi lazım. Yani bir bakanlık olmaktan çıkıp, üniversitelere yardımcı bir koordinasyon ve planlama kurulu olması lazım."

Yasaksız üniversite ideali bakalım hayata geçebilecek mi?


03 Ocak 2008, Perşembe

Wednesday, January 2, 2008

Dutturu Faşist Guguk

http://www.milliyet.com.tr/2008/01/02/yazar/cemal.html


Hasan Cemal , Milliyet , 02.01.2008




Hasan CEMAL


Yeni yılda aklıma takılanlar (2)

YÖK Başkanı'ndan Genelkurmay Başkanı'na...



Yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ı tanımıyorum. Ancak yeni koltuğuna otururken, üniversitelerde yasakların kalkması ve bilimselliğin önemsenmesine ilişkin sözleri dikkatimi çekti.
Doğru sözlerdi.
Bizdeki üniversite düzeninin temeli 1980'lerin hemen başında askeri yönetimle atıldı.
12 Eylül'ün ürünüdür YÖK.
Özündeki yasakçı anlayışıyla en başta üniversite fikrinin kendisine aykırıdır. Yalnız türban yasağı ile değil, özgür düşünce ve akademik çalışma alanındaki kısıtlama ve ayıplarıyla demokrasiye hiç yakışmayan bir düzendir.
Hilmi Yavuz şöyle yazmış:
"YÖK Başkanı, üniversitelerin mali, akademik ve idari açıdan özerk, ama özellikle akademik açıdan özgür olmaları gerektiğini bildiriyor ki, bu bence son derece önemlidir.
Akademik özgürlük, evet!
Zira, bazılarının artık kendi düşüncelerine karşı bile olsa, muhalif fikirlere özgürlük tanımayı öğrenmeleri gerek.
Gerçek Aydınlanmacı Akıl budur.
Yoksa o dayatmacı, buyurgan Jakoben Akıl değil. Gerçek Aydınlanmacı Akıl, hem Prof. Dr. Atilla Yayla'yı hem de Doç. Dr. Şahin Filiz'i aynı toleransla (evet, aynı toleransla!) kabullenmekten geçiyor." (Zaman, 16.12.07, s.23)
Soru aklıma takılıyor:
Uzun yıllardır bu ülkede demokrasi ve hukuk düzenini sıkıştıran 'asker-sivil bürokratik kısırdöngü'nün en temel dayanaklarından biri olan YÖK düzeni 2008'de sona erebilir mi? Tayyip Erdoğan hükümeti bu kısırdöngüyü kırabilir mi?
Bilemiyorum.
Daha ilk günden itibaren yeni Başkan'a karşı bir muhalefet dalgası kabartılmaya başlandı.
Hatta bir Cumhuriyet Savcılığı tarafından YÖK Başkanı Prof. Dr. Özcan'ın Rektörler Komitesi'ndeki bir konuşması nedeniyle yasalara aykırılıktan soruşturma başlatıldı.
Olabilir.
Yargı'nın Anayasa ve yasalara ilişkin hassasiyeti elbette iyi bir şeydir; tabii her zaman, her konuda gösterilmesi kaydıyla...
Ama doğrusunu söylemek gerekirse, hukuk devleti açısından Yargı'nın 2008'de iyi sınav verdiği söylenemez.
Aklıma hemen 27 Nisan Muhtırası takılıyor. Askerin TBMM'ye, iktidar partisine, hatta yargıya "Gül Cumhurbaşkanı seçilemez!" diye vermiş olduğu muhtıra ne yazık ki görmezlikten gelindi Yargı tarafından.
Öyle değil mi?
Hatta bir idare mahkemesi, yapılan bir başvuru üzerine, gece yarısı muhtırasını idari tasarruf diyerek geçiştirebildi.
Bir örnek daha:
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt, daha bu yakınlarda, 2 milyon oy ve 20 milletvekiline sahip DTP'yi kastederek "PKK, Meclis'e girerek legalleşti!" diye bir açıklama yaptı.
Savcılarımızın kılı kıpırdamadı.
Oysa yasa ihlalleri söz konusu.
Örneğin SBF öğretim üyelerinden Prof. Dr. Baskın Oran şöyle yazdı:
"Bu demeçle Org. Büyükanıt ulusun iradesini hiçe saymakla da kalmıyor, beş suçtan en az birini işliyor:
(1) DTP'nin terörist olduğunun kanıtı elindeyse, bunu savcılığa bildirmemek suçu... (TCK md. 284/3 gereği 1,5 yıla kadar hapis)
(2) Kanıtı yoksa, milletvekillerine hakaret suçu... (TCK md. 125 gereği 2 yıla kadar hapis, ayrıca hapis cezası)
(3) Kanıtı yoksa, TBMM'ye alenen hakaret suçu... (TCK 301/1 gereği 3 yıla kadar hapis)
(4) Kamu görevlilerine siyaset yasağını ihlal... (211 s. TCK İç Hizmet Kanunu Md. 43; ayrıca 1632 s. Askeri Ceza Kanunu md. 148/C gereği 5 yıla kadar hapis)
(5) Kovuşturma sürerken mahkemeyi etkilemek amacıyla beyanda bulunmak suçu... (TCK Md. 288 gereği 3 yıla kadar hapis)
Ben söylemiyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Kanunları söylüyor.
Açınız bakınız!
Genelkurmay Başkanı'nın anayasada dokunulmazlığı varsa, onu bilemem." (Radikal İki, 16 Aralık 07, s.3)
Ben de soruyorum:
Orgeneral Büyükanıt'ın dokunulmazlığı mı var?..
Sayın Savcılar;
İyi yıllar diliyorum.
Bu ülkede demokratik hukuk devletini lafta kalmaktan kurtarmak için daha hâlâ yapılacak o kadar çok şey var ki.
2007'de yapamadık.
Yan çizdik ne yazık ki.
İnşallah 2008'de telafi ederiz.
Yeni yılda kafama takılanlar dizisinin üçüncü yazısı yarın.

h.cemal@milliyet.com.tr

Thursday, December 27, 2007

"500 yıl önce İstanbul'u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginlerin İtalya'ya göç etmelerini önleyememiştik. İşte bugün Avrupa'dan rövanşı alıyoruz"

http://www.sabah.com.tr/2007/12/27/haber,735669AFD9CB4E87A7B63FE3E864AAAA.html


Erdal Şafak , Sabah , 27.12.2007


ERDAL ŞAFAK


Bir yasanın çağrıştırdıkları

Dünyada jinekolojinin öncüleri arasında sayılan Prof. Wilhelm Liepman, insülini bulan Prof. Erich Frank, medeni hukuk ve Roma hukuku uzmanı Prof. Andreas Schwarz, uluslararası hukuk uzmanı Prof. Karl Strupp, neoklasik ekonominin son teorisyeni Prof. Wilhelm Röpke, modern mantığın kurucularından filozof Prof. Hans Reichenbach...
Nazi zulmünden kaçan ve 1933'den itibaren Türkiye'ye akın eden Alman bilim adamlarından sadece birkaçı bu saydıklarımız.
Yahudi kökenli oldukları için Hitler'in şerrinden korkan Fransa'nın kabul etmediği, İngiltere'nin "Vizeleri yok" bahanesiyle kapıdan çevirdiği, Avrupa'nın diğer sözde demokratik ülkelerinin de kaderlerine terkettikleri o beyinlere Büyük Atatürk kucak açmıştı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip onlara şöyle seslenmişti: "500 yıl önce İstanbul'u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginlerin İtalya'ya göç etmelerini önleyememiştik. İşte bugün Avrupa'dan rövanşı alıyoruz."
Liste o kadar uzun ki... İktisat profesörleri Wilhelm Röpke, Dankwart Rüstow, Gerhard Kessler, Umberto Ricci, gelir vergisi sistemimizin mimarı Prof. Fritz Neumark, kimya profesörleri Fritz Arndt, Felix Haurowitz, tıp profesörleri Philip Schwartz, Rudolf Nissen, jeolog Wilhelm Salomon-Calvi, fizikçi Harry Dember, müzik profesörleri Paul Hindemith (besteci), Eduard Zuckmayer...
Bitmedi; kent bilimci Prof. Gustov Oelsner ile Prof. Ernst Rudolf Reuter (1948'de Batı Berlin'in ilk belediye başkanı seçildi), operatör Prof. Rudolf Nissen, Ankara Tıp Fakültesi'nin kurucusu Prof. Alfred Marchionini, göz hastalıkları uzmanı Prof. Joseph Igersheimer...
Bitmedi; Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin heykel bölümünü yaratan Prof. Rudolf Belling, Türk operasına çağ atlatan Prof. Carl Ebert, arkeologlar Prof. Kurt Bittel ve Prof. Hans Güstav...
Yine bitmedi; İstanbul Dişçilik Fakültesi'ni kuran Prof. Alfred Kantorowicz, edebiyat kuramcısı Prof. Leo Spitzer, Astronomi Enstitüsü'nün babası Prof. Erwin Freundlich, felsefe tarihçisi Prof. Ernst von Aster, psikolog Prof. Wilhelm Peters, Asuroloji'nin anıt ismi Prof. Benno Landsberger, Hititoloji'nin babası Prof. Gustov Güterbock, filolog Prof. Georg Rohde, ilk botanik bahçesini kuran Prof. Alfred Heilbronn, matematikçi Prof. Richard von Mises, Manyas kuş cennetini bulan zoolog Curt Kosswig, TBMM binasının ve neredeyse tüm bakanlık binalarının mimarı Prof. Clemens Holzmeister...
Ve Türk modern mimarlığının yaratıcılarından Prof. Bruno Taut... Atatürk'ün katafalkını yaptıktan sonra hastalanıp öldü. Edirnekapı Şehitliği'nde yatıyor.

Çağdaş Türkiye'nin mimarları
Onlar eğitim, özellikle de üniversite reformlarında Atatürk'ün beyin takımını oluşturdular. Reşit Galip "Biz yoksul bir ülkeyiz. Sizlere layık olduğunuz ücretleri veremiyoruz. Kusura bakmayın" demişti. Herbirine 500-800 lira arasında aylık bağlandı. Bu, Türk profesörlerin ortalama aylığının dört, milletvekili maaşının üç katıydı.
Türkiye'nin o dönem baştacı yaptığı 70'i aşkın Alman bilim adamı arasında bir yıldız daha vardı: Hocaların hocası Prof. Ernst E. Hirsch. 1930-1955 arasında Türkiye'nin yetiştirdiği hukukçuların ezici çoğunluğu onun "Rahlei tedris"inden geçti. O kadarla da kalmadı hizmeti.
Türkiye şu sıralar yeni bir Ticaret Kanunu yapmaya çalışıyor. 7 yılda hazırlanabilen 1535 maddelik tasarı Meclis Adalet Komisyonu'ndan geçti. Mevcut Türk Ticaret Kanunu, Hirsch'in eseriydi. Düşünün; onun hiçbir ücret almadan tek başına hazırladığı, 1957'de yürürlüğe giren yasa, hemen hiç değişiklik yapılmadan 50 yıldır Türk ticaret yaşamını düzenliyor. Hirscht'in bir mirası daha var: Yine onun hazırladığı 1951 tarihli "Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu" hâlâ yürürlükte!
1950'lerin ortasında Almanya'ya dönen, Hür Berlin Üniversitesi'nin iki dönem rektörlüğü yapan Hirscht, gözlerini yumduğu 29 Mart 1985 tarihine kadar Türkiye'yle ilgisini hiç kesmedi. 12 Eylül müdahalesinden sonra çıkarılan Yükseköğretim Kurumu Yasası'nı istetip uzun uzun inceledi. Atatürk'ün direktifi ve öncülüğüyle gerçekleştirdikleri üniversite reformunun o yasayla ortadan kaldırıldığını görünce Milli Güvenlik Konseyi'ne şu haberi gönderdi:
"Söyleyin onlara; her general Atatürk değildir" Anlayana.

Özcan'ın Çalışma Ekibi De Gül'den

http://www.egitimgazetesi.com/news_detail.php?id=147127'



26 Aralık 2007 12:09

Özcan'ın Çalışma Ekibi De Gül'den

Gül, Köşk kontenjanından YÖK'e üç yeni üye atayacak. Atanacak üyeler Başkan Özcan'ın yeni çalışma ekibini oluşturacak..
Göreve başladığı gün "Bir çalışma ekibi kuracak mısınız?" sorusuna "Düşünüyorum" yanıtı veren yeni YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın işini, ocak ayında atanması beklenen üç yeni üye kolaylaştıracak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Köşk kontenjanından YÖK'e üç yeni üye atayacak. Bu üç yeni üyenin Özcan'ın yeni çalışma ekibi olması ve üyelerden birinin YÖK başkanvekili olması bekleniyor.

SÜRPRİZ İSİM
10'uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde Köşk kontenjanından YÖK üyeliğine atanan Prof. Dr. Ergin Nami Nomer ve Prof. Dr. İlhan Tekeli'nin görev süreleri 16 Ocak'ta doluyor. Yeni YÖK Başkanı atandıktan hemen sonra "YÖK işlevsizleştiriliyor" diyerek görevinden ve YÖK üyeliğinden istifa eden YÖK Başkanvekili Aybar Ertepınar'ın boşalttığı koltuğa da henüz atama yapılmadı. Yeni YÖK Başkanı Özcan'ın önündeki en kritik görevlendirme YÖK Başkanvekilliği için olacak. Özcan bu görev için YÖK üyelerinden birini seçebilir, ancak Gül'ün atayacağı üç üyeden birinin bu göreve getirilmesi bekleniyor. YÖK üyeliğine getirilebilecek isimler de YÖK Başkanı gibi sürpriz olacak. Kulislerde dolaşan tek isim AK Parti'den aday olup seçilemeyen YÖK Denetleme Kurulu üyesi Prof. Dr. Muhittin Şimşek.

Taksi Şöförlüğünden YÖK Başkanlığı'na

http://www.egitimgazetesi.com/news_detail.php?id=145734

16 Aralık 2007




Taksi Şöförlüğünden YÖK Başkanlığı'na

16 Aralık 2007 10:10

Yusuf Ziya Özcan... Annesini küçük yaşta kaybetti ve astsubay babasıyla birçok ili dolaştı. Maddi zorluklar yüzünden taksi şoförlüğü bile yaptı.

Tokat'ın Hacı Ali Köyü'nde başlayıp, YÖK Başkanlığı'na uzanan hikayenin kahramanı Yusuf Ziya Özcan... Türkiye'nin son dönemde en tartışmalı kurumu olan bir koltuğun yeni sahibi... Kararları nedeniyle okların üzerine çekili olduğu bir koltuk, geçmişi pek bilinmese de, bilinen yönüyle tartışma yaratacak bir isim... Peki bilinmeyenleri neler Yusuf Ziya Özcan'ın? Kendi akademik çevresi ve öğrencileri dışında, akademik camiada öne çıkan, tartışılan ya da ünlü olan bir isim değil. İlk duyanın, "Kim bu?", "Öğrencilerinin esprili, küfürbaz ama yakışıyor", bilenlerin, "İyi bir insandır" dediği bir isim. Tokatlı olduğunu bile Tokatlı hemşerilerinin çoğu, atandığı günden sonra öğrendi. Bir de Polatlı var Yusuf Ziya Özcan'ın nüfus geçmişinde. Nüfus kaydından dolayı çoğu kimse onu Polatlılı bilse de, aslen Tokat'ın Erbaa ilçesinden, Hacı Ali Köyü'nden. Ve işte Hacı Ali Köyü'nde başlayıp, YÖK Başkanlığı'na uzanan hikayenin kahramanı Yusuf Ziya Özcan...

BABAANNESİ BÜYÜTTÜ

Astsubay babasının tayini nedeniyle gittikleri Polatlı'da doğan Yusuf Ziya Özcan, annesini kaybedince Hacı Ali Köyü'ndeki babaannesinin yanına gitti. Çok küçük yaşlarında yetim kalan Yusuf'a babaannesi baktı. Erbaa'da Atatürk İlkokulu'nda okuma yazmayı söken Yusuf, orta okul ve liseyi babasının yanında Anadolu'nun değişik illerini dolaşarak bitirdi. Çok zeki olduğu, yakınlarınca vurgulanan en önemli özelliklerinin başında geliyor. Baba astsubay. Ancak sınavlara girip subaylığa yükselen birisi. Yıllarca süren memuriyet hayatının ardından yüzbaşılığa yükselip emekli oldu. Yusuf Ziya da üniversiteyi Ankara'da kazanıp Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nin Sosyoloji Bölümü'nde okudu. Üniversite yılları sıkıntılı. Maddi zorluklar, onu taksi şoförlüğü yapıp harçlığını kazanmaya zorlayacak boyutta. O da, pek çok memur çocuğu gibi üniversite yıllarını, hem çalışıp hem okuyarak geçirdi. Üniversite eğitimin ardından gittiği yurt dışı eğitimleriyle, akademik kariyerine ilk adımı attı. Dönüşte ODTÜ'de başladığı akademik kariyerinde profesörlüğe kadar yükseldi.

'ASLA TAVİZ VERMEZ'

Ailesi Erbaa'dan gitse de Yusuf Ziya Özcan, memleketinden hiç kopmadı. Halen Erbaa'da yaşayan amcaoğlu Bedrettin Özcan, fırsat buldukça ailesiyle birlikte Erbaa'ya gelen Özcan'ı, "Dürüst, makamı ön plana çıkarmayan, herkese, karşısındakinin seviyesine göre davranan birisi" olarak tanımlıyor. Makamları önemsemezmiş, bunun bir de hikayesi var Özcan'ın hayatında. Amcaoğlu Bedrettin Özcan'ın aktardığına göre; ODTÜ'de öğretim üyesiyken mahallede çocuklarla top oynarmış. Tabii mahalleli de horlarmış 'Koskoca öğretim üyesi çocuklarla top oynar mı?' diye. Bu sözler babasının kulağına da gitmiş. Babası, Yusuf Ziya'ya, mahallelinin dediğini aktarmış. O'nun yanıtı da, "Onlar insan değil mi?" olmuş. Makamı, konumu hiç önemsemez bir tavrı varmış baştan beri. Amcaoğlu Bedrettin Özcan, Yusuf Ziya Özcan'ı, "İnandığı şeyden taviz vermez. Ama karşısındakini sonuna kadar dinler" diye özetliyor.


ESPRİLERİYLE DİKKAT ÇEKİYOR

Fırsat buldukça gittiği Erbaa'nın Belediye Başkanı Ahmet Yenihan da Yusuf Ziya Özcan'la sık görüşenlerden. Hatta, her yıl yapılan yayla şenliklerine eşiyle birlikte mümkün olduğunca katılan birisi. Yenihan da, "Espritüel ve insanlara, bulunduğu ortama çok çabuk adapte olabilen birisi. Entellektüel geçinen, diğer insanlara tepeden bakan profesörler var. Kendisi öyle değil" diyor Özcan için. Tanıyanların, "Tam bir Anadolu insanı" diye özetlediği Yusuf Ziya Özcan, herhangi bir kurumun başındaki isim değildi. ODTÜ'de süren akademik yaşamında en fazla öne çıkan unsur, öğrencileriyle kurduğu diyaloglarıydı. Küfürbaz oluşu, ancak küfürün ona yakıştığı, öğrencileri tarafından sıkça söylenen bir anekdot. Bir de, zekasıyla sınırları zorlayan esprileri... Muhafazakar bir yapıda olduğu, yaygın bir kanaat. Muhafazakar olup da pipo içmesine rağmen bunun yadırganmadığı vurgulanıyor çevresinde. Kısa tanımlamalarla ortaya çıkan Yusuf Ziya Özcan portresinin özeti: Özgürlükçü, muhafazakar bir YÖK Başkanı...

Özcan, Eşme'yi istifaya çağırdı : Ağzına, eline sağlık !! Nihayet faşizmin kalesindeki azgın faşistler temizleniyor

http://www.sabah.com.tr/haber,B20FDC71C65F4FC7BEBDD576EFCFC8CB.html


Sabah , 28.12.2007


Yusuf Ziya Özcan

Özcan, Eşme'yi istifaya çağırdı

Nergis DEMİRKAYA / ANKARA
Özcan, Başkanvekili Eşme'yle ilgili "Aybar Hoca nezaket gösterdi ilk gün ayrıldı, İsa Hoca'nın da nezaketen ayrılması gerekiyordu" dedi..
Yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, selefi Prof. Dr. Erdoğan Teziç döneminde atanan iki başkanvekilinin "Yeni gelen başkan istediği kişiyle çalışsın" diye nezaketten ayrılmaları gerektiğini söyledi. İmza yetkisi elinden alınınca tepki göstererek izne ayrılan YÖK Başkanvekili İsa Eşme'nin tutumunu değerlendiren Özcan, şöyle dedi: "Adettir eski başkanın seçtiği insanlar, yeni başkan istediği kişiyle çalışsın diye ayrılır. YÖK Başkanvekili Aybar Ertepınar nezaket gösterdi ilk gün ayrıldı. İsa Hoca çok değerli bir insan. Çok iyi işlere, bir sürü rapora imza atmış. Kendisiyle bir sorunumuz yok. Ancak, nezaketen onun da 'yeni başkan istedikleriyle çalışsın' diye ayrılması gerekirdi. Rica ettim, ancak 'Beni Genel Kurul atadı, Kurul alır' diyerek kabul etmedi. Bunun üzerine bu süreci yaşadık, yetkilerini almak zorunda kaldım. Aslında nezaketen ayrılması gerekiyordu. Genel Kurul'da değerlendireceğiz."

'ERKEN TERHİS GİBİ'
İmza yetkisi elinden alınarak istifaya zorlanan Eşme ise ruh halini, "erken terhis olacak asker"e benzetti. Eşme, şöyle konuştu: "Askerlik gibi bu ülkeye vatan borcumuz var. Bu görevleri yerine getirerek bu borçları ödemeye çalışıyoruz. Görevimin sonuna kadar çalışmaktan yanayım. Ancak başkan, medeni bir şekilde ekibini kurmak için ayrılmamı istedi. Ben de izne ayrıldım. Genel Kurul da 'Başkan rahat çalışsın' derse yenisi seçilir." Özcan, göreve başlar başlamaz, YÖK'ün kuruluşundan bu yana çalışan Özel Kalem Müdürü Prof. Dr. Gülsüm Baskan'ın yerine TÜİK'de çalışan Rasık Altı'yı getirmişti.

--------------------------------------------------------

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=287630/YOK-Baskani-Ozcan-dan-ilk-tirpan

YÖK Başkanı Özcan'dan ilk tırpan



Yeni Başkan Özcan'dan YÖK'te köklü değişikliklerin ilk sinyali. Özcan, YÖK'ün kurulu-şunda göreve başlayan ve yıllardır kimsenin yerinden oynatamadığı bir ismi gönderdi.

19 Aralık 2007

Milliyet gazetesi yazarı Abbas Güçlü'nün yazısında aktardıkları...

YÖK'te gerçekten bir şeyler değişiyor

Yeni Başkan Yusuf Ziya Özcan, YÖK'te köklü değişiklikler yapacak. Hem de daha önceki hiçbir başkanın cesaret edemediği kadar. Baksanıza daha ilk günden, kimsenin yerinden oynatamadığı Özel Kalem Müdiresi Gülsüm Baskan'a güle güle demiş.
Baskan, YÖK ilk kurulduğunda, Doğramacı'nın yanında sekreter olarak göreve başlamış, oturduğu yerden, profesörlüğe kadar yükselmişti.
Birçok üniversitede derslere de giriyormuş. Hayret, Özkan'ı nasıl ikna edemedi! Şaşırdım. Oysa, bir başkanın arayıp da bulamayacağı donanıma sahipti!..
Yusuf Ziya Hoca çok dikkatli olmak zorunda. Yaptığı, yapmadığı her şey artık medyanın gözetimi altında. Oturduğu koltuk ne acemilik kaldırır ne de kin ve husumet. Birilerinin gazına gelip taşeronluk ya da tetikçilik yapmaz diyor onu tanıyanlar. Çelik gibi politikacı da değil. O hâlâ bir eğitimci ve bir bilim insanı.
Bu yüzden, önyargılardan uzak bir şekilde, yapabileceği konular üzerinden değil de, yaptıklarına göre değerlendirmek, sanki çok daha doğru olacak.
İlk hafta karnesi, acemice söylemleri dışında, fena değil. Amacını aşan açıklamalarda bulundu. Örneğin, "Rektörler bazen yasaları da göremesin" gibi. Sanıyorum zaman içerisinde daha özenli, daha temkinli olacak. Yöneticilik, okumakla öğrenilmiyor.
YÖK başkanlarının daha önce rektörlük yapanlar arasından seçilmesi bu yüzdendi. Ama mademki artık o koltuğun sahibi o, oturup öğrenecek. En azından yaptığı işlerin, güncel tartışmaların ya da kırdığı potların gölgesinde kalmaması için...

Özcan kimden yana?
Üye sayısı açısından bakıldığında, YÖK'ün, Özcan'ın kontrolü altına girmesi zaman alabilir. Rektörler üzerinde etkili olması da ancak gelecek öğretim yılında gerçekleşebilir. Ama eğer samimiyetine inandırır ve hedeflerini iyi anlatabilirse, bu süreç çok kısalabilir.
Bu yüzden, yeni Başkan "Yasakları tümüyle kaldıracağım" gibi toptancılığı bir kenara bırakıp üniversiteler için ne yapacak, onu ortaya koymalı. Örneğin:

  • Üniversiteler mali özerkliğe kavuşacak mı?
  • Verilen kadrolar bir an önce açılacak mı?
  • Ar-Ge ve teknoparklar için kesenin ağzı açılacak mı? 2010 için öngörülen GSMH'nin yüzde 2'si için bastıracak mı?
  • Öğretim elamanlarının maaşı iyileştirilecek mi?
  • Ulusal bir akreditasyon sistemi oluşturup çıtayı yükseltecek mi?
  • Öğrencileri ve Türk eğitim sistemini ÖSS belasından kurtaracak mı?
  • Bilim üreten araştırmacı üniversiteler ile meslek adamı yetiştirenleri birbirinden ayırıp tek tip üniversite modelinden vazgeçecek mi?
  • Üniversitelerin asli unsurlarından biri olan araştırma görevlileri ile öğrencilerin temel sorunlarıyla ilgilenecek mi? Asistanlık sonrası kadro, yurt ve burs konusundaki öngörüleri ne?
  • Politik amaçla açılan üniversiteler ne olacak? Verilmeyen bütçelerle bu üniversiteler nasıl gelişecek? Bu konuda, önce altyapı ve kaynak diye iktidara karşı dik duracak mı?
  • Özel üniversite kavramına nasıl bakıyor?
  • Türban ve katsayılar konusunda ne düşünüyor? Nasıl çözecek?
  • Olası bir kriz anında üniversiteden mi yoksa iktidardan yana mı tavır alacak?
  • Her türlü yasağı kaldıracağım derken, yerleşik kuralları, özgürlükler adına rafa kaldıracak mı?
  • YÖK'te yeni bir yapılanmaya gidecek mi? Yürütme Kurulu'nu yeniden çalıştırmaya başlayacak mı? Üniversitelerarası Kurul'a müdahale edecek mi?
  • Rektörlük ve dekanlık seçimlerinde taraf olacak mı? Seçim sonuçlarına saygı duyacak mı?
  • Öncekilere benzer YÖK yasa tasarıları TBMM'ye getirildiğinde, iktidara karşı tavrı ne olacak?
  • Anayasa'nın 130 ve 131. maddelerinin değiştirilmesi gerektiğine inanıyor mu?
  • YÖK'te danışmanlarla mı çalışacak yoksa seçilmiş üyelerle mi?
    Özetin özeti: Özkan'a Allah kolaylık versin. İşi çok zor. Umarız iktidarla üniversiteler ve kamuoyu arasında günah keçisi olmaz. Rahat ve sabırlı hali, kendine güvenmesi ve ne istediğini biliyor olması, acemiliğinin panzehiri olabilir.


  • Milliyet

    -------------------------------

    http://www.memleket.com.tr/news_detail.php?id=20337

    Abbas Güçlü , Milliyet , 19 Aralık 2007


    YÖK'te gerçekten bir şeyler değişiyor

    Milliyet gazetesi yazarı Abbas Güçlü'nün yazısında aktardıkları...

    19 Aralık 2007 / 15:55

    Yeni Başkan Yusuf Ziya Özcan, YÖK'te köklü değişiklikler yapacak. Hem de daha önceki hiçbir başkanın cesaret edemediği kadar. Baksanıza daha ilk günden, kimsenin yerinden oynatamadığı Özel Kalem Müdiresi Gülsüm Baskan'a güle güle demiş.
    Baskan, YÖK ilk kurulduğunda, Doğramacı'nın yanında sekreter olarak göreve başlamış, oturduğu yerden, profesörlüğe kadar yükselmişti. Birçok üniversitede derslere de giriyormuş. Hayret, Özkan'ı nasıl ikna edemedi! Şaşırdım. Oysa, bir başkanın arayıp da bulamayacağı donanıma sahipti!..
    Yusuf Ziya Hoca çok dikkatli olmak zorunda. Yaptığı, yapmadığı her şey artık medyanın gözetimi altında. Oturduğu koltuk ne acemilik kaldırır ne de kin ve husumet. Birilerinin gazına gelip taşeronluk ya da tetikçilik yapmaz diyor onu tanıyanlar. Çelik gibi politikacı da değil. O hâlâ bir eğitimci ve bir bilim insanı.
    Bu yüzden, önyargılardan uzak bir şekilde, yapabileceği konular üzerinden değil de, yaptıklarına göre değerlendirmek, sanki çok daha doğru olacak.
    İlk hafta karnesi, acemice söylemleri dışında, fena değil. Amacını aşan açıklamalarda bulundu. Örneğin, "Rektörler bazen yasaları da göremesin" gibi. Sanıyorum zaman içerisinde daha özenli, daha temkinli olacak. Yöneticilik, okumakla öğrenilmiyor.
    YÖK başkanlarının daha önce rektörlük yapanlar arasından seçilmesi bu yüzdendi. Ama mademki artık o koltuğun sahibi o, oturup öğrenecek. En azından yaptığı işlerin, güncel tartışmaların ya da kırdığı potların gölgesinde kalmaması için...

    Özcan kimden yana?
    Üye sayısı açısından bakıldığında, YÖK'ün, Özcan'ın kontrolü altına girmesi zaman alabilir. Rektörler üzerinde etkili olması da ancak gelecek öğretim yılında gerçekleşebilir. Ama eğer samimiyetine inandırır ve hedeflerini iyi anlatabilirse, bu süreç çok kısalabilir.
    Bu yüzden, yeni Başkan "Yasakları tümüyle kaldıracağım" gibi toptancılığı bir kenara bırakıp üniversiteler için ne yapacak, onu ortaya koymalı. Örneğin:


    Üniversiteler mali özerkliğe kavuşacak mı?
    Verilen kadrolar bir an önce açılacak mı?
    Ar-Ge ve teknoparklar için kesenin ağzı açılacak mı? 2010 için öngörülen GSMH'nin yüzde 2'si için bastıracak mı?
    Öğretim elamanlarının maaşı iyileştirilecek mi?
    Ulusal bir akreditasyon sistemi oluşturup çıtayı yükseltecek mi?
    Öğrencileri ve Türk eğitim sistemini ÖSS belasından kurtaracak mı?
    Bilim üreten araştırmacı üniversiteler ile meslek adamı yetiştirenleri birbirinden ayırıp tek tip üniversite modelinden vazgeçecek mi?
    Üniversitelerin asli unsurlarından biri olan araştırma görevlileri ile öğrencilerin temel sorunlarıyla ilgilenecek mi? Asistanlık sonrası kadro, yurt ve burs konusundaki öngörüleri ne?
    Politik amaçla açılan üniversiteler ne olacak? Verilmeyen bütçelerle bu üniversiteler nasıl gelişecek? Bu konuda, önce altyapı ve kaynak diye iktidara karşı dik duracak mı?
    Özel üniversite kavramına nasıl bakıyor?
    Türban ve katsayılar konusunda ne düşünüyor? Nasıl çözecek?
    Olası bir kriz anında üniversiteden mi yoksa iktidardan yana mı tavır alacak?
    Her türlü yasağı kaldıracağım derken, yerleşik kuralları, özgürlükler adına rafa kaldıracak mı?
    YÖK'te yeni bir yapılanmaya gidecek mi? Yürütme Kurulu'nu yeniden çalıştırmaya başlayacak mı? Üniversitelerarası Kurul'a müdahale edecek mi?
    Rektörlük ve dekanlık seçimlerinde taraf olacak mı? Seçim sonuçlarına saygı duyacak mı?
    Öncekilere benzer YÖK yasa tasarıları TBMM'ye getirildiğinde, iktidara karşı tavrı ne olacak?
    Anayasa'nın 130 ve 131. maddelerinin değiştirilmesi gerektiğine inanıyor mu?
    YÖK'te danışmanlarla mı çalışacak yoksa seçilmiş üyelerle mi?
    Özetin özeti: Özkan'a Allah kolaylık versin. İşi çok zor. Umarız iktidarla üniversiteler ve kamuoyu arasında günah keçisi olmaz. Rahat ve sabırlı hali, kendine güvenmesi ve ne istediğini biliyor olması, acemiliğinin panzehiri olabilir.

    ---------------------------------------------

    http://www.egitimgazetesi.com/news_detail.php?id=146041


    YÖK Özel Kalem Müdüresi Görevden Alındı

    18 Aralık 2007 08:30

    YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç yerine atanan Prof. Yusuf Ziya Özcan, Özel Kalem Müdüresi Prof. Gülsüm Baskan'ı görevden aldı.

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından, görev süresi dolan YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç yerine atanan Prof. Yusuf Ziya Özcan, Özel Kalem Müdüresi Prof. Gülsüm Baskan'ı görevden aldı.
    YÖK kurulduğundan bu yana Özel Kalem Müdüresi olarak görev yapan Baskan, kadrosunun bulunduğu Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde öğretim üyeliğine geri dönecek. Baskan, göreve ilk YÖK Başkanı İhsan Doğramacı tarafından getirilmişti.
    Özcan, YÖK Başkanlığı'na atanmasının ardından verdiği bir demeçte, kendi ekibini kuracağını belirtmişti.
    Görevden alınan Baskan, eski YÖK Başkanları Doğramacı, Mehmet Sağlam, Kemal Gürüz ve Teziç ile çalışmıştı.
    Özcan'ın, bu ilk adımın ardından, Başkanlık Genel Sekreteri, Personel Dairesi Başkanlığı, Denklik Birimi, Eğitim Öğretim Dairesi Başkanlığı gibi kritik birimlerde değişiklikler yapacağı öne sürüldü.