Şahin Alpay , Zaman , 03 Ocak 2008, Perşembe
s.alpay@zaman.com.tr | ||
Yasaksız üniversite ideali |
Geride bıraktığımız yılın Türkiye'ye getirdiği yeniliklerden biri son kez TBMM'nin seçtiği Cumhurbaşkanı, bir diğeri de onun atadığı yeni YÖK Başkanı oldu. | |
Yüksek Öğretim Kurulu başkanlığına Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan'ın getirilmesi beklenmiyordu, ama atama Özcan'ın akademik kimliği nedeniyle, en azından sosyal bilimciler arasında genelde olumlu karşılandı. Tabii ki kamuoyu önceki başkanlar gibi Sayın Özcan'ın "not"unu da ancak görevdeki performansını gördükten sonra verecek. Önceki YÖK başkanlarının bazıları, bu arada Prof. Dr. Erdoğan Teziç yakından tanıdığım kimselerdi. Sayın Teziç'in üniversitenin özerkliğine ve yüksek öğretimde standartların yükseltilmesine önem vereceğini umuyordum. Ama Teziç YÖK'ü demokrasi üzerindeki bürokratik vesayet kurumlarından biri olarak anladı ve onu siyasi mücadelenin tarafı haline getirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi dolayısıyla çıkan kriz sırasında, "Bugün parlamentodaki siyasi çoğunluk sadece siyasi iktidarı değil, ama devlet iktidarını da ele geçirmek istiyor" diyerek, Türkiye'de bir değil iki iktidar, iki devlet olgusunu benimseyen anayasa hukukçusu olarak tarihe geçti. Sayın Teziç, kişisel fikirlerini söylemekte elbette serbestti, ama "Rektörler Komitesi" bildirileriyle üniversiteleri bağlayıcı açıklamalara önayak olması, akademik özgürlüğün çiğnenmesinin en çarpıcı örneklerinden biri oldu. Prof. Özcan'ı şahsen tanımıyorum. Ama üniversitelerin sadece bilimle uğraşan akademik, idari ve mali özerkliğe sahip kurumlar olmaları gerektiğine dair görüşlerini paylaşıyorum. Üniversite mensuplarına "önümüzdeki dönemde hem öğretim üyelerinin hem de öğrencilerin düşüncelerini serbestçe açıklayabilecekleri bir ortamın" oluşturulacağına dair vaadlerini, bir taahhüt olarak görüyorum. Üniversitelerdeki başörtüsü yasağının kalkmasından yana görüşlerini de elbette çok yerinde buluyorum. Kamu görevlilerine, ilk ve orta öğretimdeki öğrencilere başörtüsü yasağının savunulabilir yönleri varsa da üniversitelerdeki yasağın kabul edilebilir hiçbir yanı yoktur. Prof. Özcan, YÖK'te yeni, özgürlükçü bir zihniyetin müjdecisi olabilir. Ne var ki, hemen bütün diğer alanlarda olduğu gibi yüksek öğretimde de hukuki düzenlemeler, zihniyetten daha az önemli değil. 1981 tarihli YÖK Yasası, 12 Eylül askerî yönetiminin çıkardığı ilk yasaydı ve tıpkı ülkeyi bir kışlaya çevirmek üzere tasarlanmış 1982 Anayasası gibi, üniversiteleri birer kışla haline getirmeyi amaçladı. 1982 Anayasası gibi YÖK Yasası da, çok partili düzene geçilip, özgürlükler genişledikçe sürekli değiştirilmek zorunda kalmış, "yazboz tahtası"na dönmüştür. Ne var ki askerî yönetimin otoriter zihniyeti anayasaya olduğu gibi, YÖK'e de sinmiştir. Sivil ve demokratik bir anayasa gibi, sivil ve demokratik bir üniversite kanununa da şiddetle ihtiyacımız var. Yeni anayasa ile birlikte yeni YÖK Yasası da mutlaka gündeme gelmeli. Prof. Özcan'ın üniversiteler ile ilgili sözlerini okuduğumda, bundan 22 yıl önce, YÖK Kanunu'nun kabulünün 4. yıldönümünde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan "YÖK Dosyası" başlıklı yazı dizisini hatırladım (29 Eylül-5 Ekim 1985). Bu diziyi YÖK üzerine üniversiteden istifa eden dostum Dr. Ömer Madra'nın katkılarıyla ben kaleme almıştım. Söz konusu dizide 1971-79 yılları arasında Boğaziçi Üniversitesi Rektörü olan, 2002'de vefat eden, kendisini saygıyla andığım rahmetli Prof. Dr. Aptullah Kuran ile yaptığım mülakat da yer alıyordu. Prof. Kuran'ın YÖK'ün ne olması gerektiğine dair şu sözleri bugün de aynen geçerliliğini koruyor: "Üniversite düşünen insanların bir arada olduğu bir yer. Düşünme üniversitenin esas görevlerinden biri. Üniversitenin depolitize edilmesi bir çeşit 'üniversitede düşünce olmaz' gibi bir ortam yarattı... Bence esas tehlikeli olan budur... YÖK'ün esas işine dönmesi lazım. Yani bir bakanlık olmaktan çıkıp, üniversitelere yardımcı bir koordinasyon ve planlama kurulu olması lazım." Yasaksız üniversite ideali bakalım hayata geçebilecek mi? | |
03 Ocak 2008, Perşembe |
No comments:
Post a Comment