Thursday, December 27, 2007

"500 yıl önce İstanbul'u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginlerin İtalya'ya göç etmelerini önleyememiştik. İşte bugün Avrupa'dan rövanşı alıyoruz"

http://www.sabah.com.tr/2007/12/27/haber,735669AFD9CB4E87A7B63FE3E864AAAA.html


Erdal Şafak , Sabah , 27.12.2007


ERDAL ŞAFAK


Bir yasanın çağrıştırdıkları

Dünyada jinekolojinin öncüleri arasında sayılan Prof. Wilhelm Liepman, insülini bulan Prof. Erich Frank, medeni hukuk ve Roma hukuku uzmanı Prof. Andreas Schwarz, uluslararası hukuk uzmanı Prof. Karl Strupp, neoklasik ekonominin son teorisyeni Prof. Wilhelm Röpke, modern mantığın kurucularından filozof Prof. Hans Reichenbach...
Nazi zulmünden kaçan ve 1933'den itibaren Türkiye'ye akın eden Alman bilim adamlarından sadece birkaçı bu saydıklarımız.
Yahudi kökenli oldukları için Hitler'in şerrinden korkan Fransa'nın kabul etmediği, İngiltere'nin "Vizeleri yok" bahanesiyle kapıdan çevirdiği, Avrupa'nın diğer sözde demokratik ülkelerinin de kaderlerine terkettikleri o beyinlere Büyük Atatürk kucak açmıştı. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip onlara şöyle seslenmişti: "500 yıl önce İstanbul'u kuşattığımız zaman Bizanslı bilginlerin İtalya'ya göç etmelerini önleyememiştik. İşte bugün Avrupa'dan rövanşı alıyoruz."
Liste o kadar uzun ki... İktisat profesörleri Wilhelm Röpke, Dankwart Rüstow, Gerhard Kessler, Umberto Ricci, gelir vergisi sistemimizin mimarı Prof. Fritz Neumark, kimya profesörleri Fritz Arndt, Felix Haurowitz, tıp profesörleri Philip Schwartz, Rudolf Nissen, jeolog Wilhelm Salomon-Calvi, fizikçi Harry Dember, müzik profesörleri Paul Hindemith (besteci), Eduard Zuckmayer...
Bitmedi; kent bilimci Prof. Gustov Oelsner ile Prof. Ernst Rudolf Reuter (1948'de Batı Berlin'in ilk belediye başkanı seçildi), operatör Prof. Rudolf Nissen, Ankara Tıp Fakültesi'nin kurucusu Prof. Alfred Marchionini, göz hastalıkları uzmanı Prof. Joseph Igersheimer...
Bitmedi; Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'nin heykel bölümünü yaratan Prof. Rudolf Belling, Türk operasına çağ atlatan Prof. Carl Ebert, arkeologlar Prof. Kurt Bittel ve Prof. Hans Güstav...
Yine bitmedi; İstanbul Dişçilik Fakültesi'ni kuran Prof. Alfred Kantorowicz, edebiyat kuramcısı Prof. Leo Spitzer, Astronomi Enstitüsü'nün babası Prof. Erwin Freundlich, felsefe tarihçisi Prof. Ernst von Aster, psikolog Prof. Wilhelm Peters, Asuroloji'nin anıt ismi Prof. Benno Landsberger, Hititoloji'nin babası Prof. Gustov Güterbock, filolog Prof. Georg Rohde, ilk botanik bahçesini kuran Prof. Alfred Heilbronn, matematikçi Prof. Richard von Mises, Manyas kuş cennetini bulan zoolog Curt Kosswig, TBMM binasının ve neredeyse tüm bakanlık binalarının mimarı Prof. Clemens Holzmeister...
Ve Türk modern mimarlığının yaratıcılarından Prof. Bruno Taut... Atatürk'ün katafalkını yaptıktan sonra hastalanıp öldü. Edirnekapı Şehitliği'nde yatıyor.

Çağdaş Türkiye'nin mimarları
Onlar eğitim, özellikle de üniversite reformlarında Atatürk'ün beyin takımını oluşturdular. Reşit Galip "Biz yoksul bir ülkeyiz. Sizlere layık olduğunuz ücretleri veremiyoruz. Kusura bakmayın" demişti. Herbirine 500-800 lira arasında aylık bağlandı. Bu, Türk profesörlerin ortalama aylığının dört, milletvekili maaşının üç katıydı.
Türkiye'nin o dönem baştacı yaptığı 70'i aşkın Alman bilim adamı arasında bir yıldız daha vardı: Hocaların hocası Prof. Ernst E. Hirsch. 1930-1955 arasında Türkiye'nin yetiştirdiği hukukçuların ezici çoğunluğu onun "Rahlei tedris"inden geçti. O kadarla da kalmadı hizmeti.
Türkiye şu sıralar yeni bir Ticaret Kanunu yapmaya çalışıyor. 7 yılda hazırlanabilen 1535 maddelik tasarı Meclis Adalet Komisyonu'ndan geçti. Mevcut Türk Ticaret Kanunu, Hirsch'in eseriydi. Düşünün; onun hiçbir ücret almadan tek başına hazırladığı, 1957'de yürürlüğe giren yasa, hemen hiç değişiklik yapılmadan 50 yıldır Türk ticaret yaşamını düzenliyor. Hirscht'in bir mirası daha var: Yine onun hazırladığı 1951 tarihli "Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu" hâlâ yürürlükte!
1950'lerin ortasında Almanya'ya dönen, Hür Berlin Üniversitesi'nin iki dönem rektörlüğü yapan Hirscht, gözlerini yumduğu 29 Mart 1985 tarihine kadar Türkiye'yle ilgisini hiç kesmedi. 12 Eylül müdahalesinden sonra çıkarılan Yükseköğretim Kurumu Yasası'nı istetip uzun uzun inceledi. Atatürk'ün direktifi ve öncülüğüyle gerçekleştirdikleri üniversite reformunun o yasayla ortadan kaldırıldığını görünce Milli Güvenlik Konseyi'ne şu haberi gönderdi:
"Söyleyin onlara; her general Atatürk değildir" Anlayana.

Özcan'ın Çalışma Ekibi De Gül'den

http://www.egitimgazetesi.com/news_detail.php?id=147127'



26 Aralık 2007 12:09

Özcan'ın Çalışma Ekibi De Gül'den

Gül, Köşk kontenjanından YÖK'e üç yeni üye atayacak. Atanacak üyeler Başkan Özcan'ın yeni çalışma ekibini oluşturacak..
Göreve başladığı gün "Bir çalışma ekibi kuracak mısınız?" sorusuna "Düşünüyorum" yanıtı veren yeni YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan'ın işini, ocak ayında atanması beklenen üç yeni üye kolaylaştıracak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Köşk kontenjanından YÖK'e üç yeni üye atayacak. Bu üç yeni üyenin Özcan'ın yeni çalışma ekibi olması ve üyelerden birinin YÖK başkanvekili olması bekleniyor.

SÜRPRİZ İSİM
10'uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde Köşk kontenjanından YÖK üyeliğine atanan Prof. Dr. Ergin Nami Nomer ve Prof. Dr. İlhan Tekeli'nin görev süreleri 16 Ocak'ta doluyor. Yeni YÖK Başkanı atandıktan hemen sonra "YÖK işlevsizleştiriliyor" diyerek görevinden ve YÖK üyeliğinden istifa eden YÖK Başkanvekili Aybar Ertepınar'ın boşalttığı koltuğa da henüz atama yapılmadı. Yeni YÖK Başkanı Özcan'ın önündeki en kritik görevlendirme YÖK Başkanvekilliği için olacak. Özcan bu görev için YÖK üyelerinden birini seçebilir, ancak Gül'ün atayacağı üç üyeden birinin bu göreve getirilmesi bekleniyor. YÖK üyeliğine getirilebilecek isimler de YÖK Başkanı gibi sürpriz olacak. Kulislerde dolaşan tek isim AK Parti'den aday olup seçilemeyen YÖK Denetleme Kurulu üyesi Prof. Dr. Muhittin Şimşek.

Taksi Şöförlüğünden YÖK Başkanlığı'na

http://www.egitimgazetesi.com/news_detail.php?id=145734

16 Aralık 2007




Taksi Şöförlüğünden YÖK Başkanlığı'na

16 Aralık 2007 10:10

Yusuf Ziya Özcan... Annesini küçük yaşta kaybetti ve astsubay babasıyla birçok ili dolaştı. Maddi zorluklar yüzünden taksi şoförlüğü bile yaptı.

Tokat'ın Hacı Ali Köyü'nde başlayıp, YÖK Başkanlığı'na uzanan hikayenin kahramanı Yusuf Ziya Özcan... Türkiye'nin son dönemde en tartışmalı kurumu olan bir koltuğun yeni sahibi... Kararları nedeniyle okların üzerine çekili olduğu bir koltuk, geçmişi pek bilinmese de, bilinen yönüyle tartışma yaratacak bir isim... Peki bilinmeyenleri neler Yusuf Ziya Özcan'ın? Kendi akademik çevresi ve öğrencileri dışında, akademik camiada öne çıkan, tartışılan ya da ünlü olan bir isim değil. İlk duyanın, "Kim bu?", "Öğrencilerinin esprili, küfürbaz ama yakışıyor", bilenlerin, "İyi bir insandır" dediği bir isim. Tokatlı olduğunu bile Tokatlı hemşerilerinin çoğu, atandığı günden sonra öğrendi. Bir de Polatlı var Yusuf Ziya Özcan'ın nüfus geçmişinde. Nüfus kaydından dolayı çoğu kimse onu Polatlılı bilse de, aslen Tokat'ın Erbaa ilçesinden, Hacı Ali Köyü'nden. Ve işte Hacı Ali Köyü'nde başlayıp, YÖK Başkanlığı'na uzanan hikayenin kahramanı Yusuf Ziya Özcan...

BABAANNESİ BÜYÜTTÜ

Astsubay babasının tayini nedeniyle gittikleri Polatlı'da doğan Yusuf Ziya Özcan, annesini kaybedince Hacı Ali Köyü'ndeki babaannesinin yanına gitti. Çok küçük yaşlarında yetim kalan Yusuf'a babaannesi baktı. Erbaa'da Atatürk İlkokulu'nda okuma yazmayı söken Yusuf, orta okul ve liseyi babasının yanında Anadolu'nun değişik illerini dolaşarak bitirdi. Çok zeki olduğu, yakınlarınca vurgulanan en önemli özelliklerinin başında geliyor. Baba astsubay. Ancak sınavlara girip subaylığa yükselen birisi. Yıllarca süren memuriyet hayatının ardından yüzbaşılığa yükselip emekli oldu. Yusuf Ziya da üniversiteyi Ankara'da kazanıp Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi'nin Sosyoloji Bölümü'nde okudu. Üniversite yılları sıkıntılı. Maddi zorluklar, onu taksi şoförlüğü yapıp harçlığını kazanmaya zorlayacak boyutta. O da, pek çok memur çocuğu gibi üniversite yıllarını, hem çalışıp hem okuyarak geçirdi. Üniversite eğitimin ardından gittiği yurt dışı eğitimleriyle, akademik kariyerine ilk adımı attı. Dönüşte ODTÜ'de başladığı akademik kariyerinde profesörlüğe kadar yükseldi.

'ASLA TAVİZ VERMEZ'

Ailesi Erbaa'dan gitse de Yusuf Ziya Özcan, memleketinden hiç kopmadı. Halen Erbaa'da yaşayan amcaoğlu Bedrettin Özcan, fırsat buldukça ailesiyle birlikte Erbaa'ya gelen Özcan'ı, "Dürüst, makamı ön plana çıkarmayan, herkese, karşısındakinin seviyesine göre davranan birisi" olarak tanımlıyor. Makamları önemsemezmiş, bunun bir de hikayesi var Özcan'ın hayatında. Amcaoğlu Bedrettin Özcan'ın aktardığına göre; ODTÜ'de öğretim üyesiyken mahallede çocuklarla top oynarmış. Tabii mahalleli de horlarmış 'Koskoca öğretim üyesi çocuklarla top oynar mı?' diye. Bu sözler babasının kulağına da gitmiş. Babası, Yusuf Ziya'ya, mahallelinin dediğini aktarmış. O'nun yanıtı da, "Onlar insan değil mi?" olmuş. Makamı, konumu hiç önemsemez bir tavrı varmış baştan beri. Amcaoğlu Bedrettin Özcan, Yusuf Ziya Özcan'ı, "İnandığı şeyden taviz vermez. Ama karşısındakini sonuna kadar dinler" diye özetliyor.


ESPRİLERİYLE DİKKAT ÇEKİYOR

Fırsat buldukça gittiği Erbaa'nın Belediye Başkanı Ahmet Yenihan da Yusuf Ziya Özcan'la sık görüşenlerden. Hatta, her yıl yapılan yayla şenliklerine eşiyle birlikte mümkün olduğunca katılan birisi. Yenihan da, "Espritüel ve insanlara, bulunduğu ortama çok çabuk adapte olabilen birisi. Entellektüel geçinen, diğer insanlara tepeden bakan profesörler var. Kendisi öyle değil" diyor Özcan için. Tanıyanların, "Tam bir Anadolu insanı" diye özetlediği Yusuf Ziya Özcan, herhangi bir kurumun başındaki isim değildi. ODTÜ'de süren akademik yaşamında en fazla öne çıkan unsur, öğrencileriyle kurduğu diyaloglarıydı. Küfürbaz oluşu, ancak küfürün ona yakıştığı, öğrencileri tarafından sıkça söylenen bir anekdot. Bir de, zekasıyla sınırları zorlayan esprileri... Muhafazakar bir yapıda olduğu, yaygın bir kanaat. Muhafazakar olup da pipo içmesine rağmen bunun yadırganmadığı vurgulanıyor çevresinde. Kısa tanımlamalarla ortaya çıkan Yusuf Ziya Özcan portresinin özeti: Özgürlükçü, muhafazakar bir YÖK Başkanı...

Özcan, Eşme'yi istifaya çağırdı : Ağzına, eline sağlık !! Nihayet faşizmin kalesindeki azgın faşistler temizleniyor

http://www.sabah.com.tr/haber,B20FDC71C65F4FC7BEBDD576EFCFC8CB.html


Sabah , 28.12.2007


Yusuf Ziya Özcan

Özcan, Eşme'yi istifaya çağırdı

Nergis DEMİRKAYA / ANKARA
Özcan, Başkanvekili Eşme'yle ilgili "Aybar Hoca nezaket gösterdi ilk gün ayrıldı, İsa Hoca'nın da nezaketen ayrılması gerekiyordu" dedi..
Yeni YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, selefi Prof. Dr. Erdoğan Teziç döneminde atanan iki başkanvekilinin "Yeni gelen başkan istediği kişiyle çalışsın" diye nezaketten ayrılmaları gerektiğini söyledi. İmza yetkisi elinden alınınca tepki göstererek izne ayrılan YÖK Başkanvekili İsa Eşme'nin tutumunu değerlendiren Özcan, şöyle dedi: "Adettir eski başkanın seçtiği insanlar, yeni başkan istediği kişiyle çalışsın diye ayrılır. YÖK Başkanvekili Aybar Ertepınar nezaket gösterdi ilk gün ayrıldı. İsa Hoca çok değerli bir insan. Çok iyi işlere, bir sürü rapora imza atmış. Kendisiyle bir sorunumuz yok. Ancak, nezaketen onun da 'yeni başkan istedikleriyle çalışsın' diye ayrılması gerekirdi. Rica ettim, ancak 'Beni Genel Kurul atadı, Kurul alır' diyerek kabul etmedi. Bunun üzerine bu süreci yaşadık, yetkilerini almak zorunda kaldım. Aslında nezaketen ayrılması gerekiyordu. Genel Kurul'da değerlendireceğiz."

'ERKEN TERHİS GİBİ'
İmza yetkisi elinden alınarak istifaya zorlanan Eşme ise ruh halini, "erken terhis olacak asker"e benzetti. Eşme, şöyle konuştu: "Askerlik gibi bu ülkeye vatan borcumuz var. Bu görevleri yerine getirerek bu borçları ödemeye çalışıyoruz. Görevimin sonuna kadar çalışmaktan yanayım. Ancak başkan, medeni bir şekilde ekibini kurmak için ayrılmamı istedi. Ben de izne ayrıldım. Genel Kurul da 'Başkan rahat çalışsın' derse yenisi seçilir." Özcan, göreve başlar başlamaz, YÖK'ün kuruluşundan bu yana çalışan Özel Kalem Müdürü Prof. Dr. Gülsüm Baskan'ın yerine TÜİK'de çalışan Rasık Altı'yı getirmişti.

--------------------------------------------------------

http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=287630/YOK-Baskani-Ozcan-dan-ilk-tirpan

YÖK Başkanı Özcan'dan ilk tırpan



Yeni Başkan Özcan'dan YÖK'te köklü değişikliklerin ilk sinyali. Özcan, YÖK'ün kurulu-şunda göreve başlayan ve yıllardır kimsenin yerinden oynatamadığı bir ismi gönderdi.

19 Aralık 2007

Milliyet gazetesi yazarı Abbas Güçlü'nün yazısında aktardıkları...

YÖK'te gerçekten bir şeyler değişiyor

Yeni Başkan Yusuf Ziya Özcan, YÖK'te köklü değişiklikler yapacak. Hem de daha önceki hiçbir başkanın cesaret edemediği kadar. Baksanıza daha ilk günden, kimsenin yerinden oynatamadığı Özel Kalem Müdiresi Gülsüm Baskan'a güle güle demiş.
Baskan, YÖK ilk kurulduğunda, Doğramacı'nın yanında sekreter olarak göreve başlamış, oturduğu yerden, profesörlüğe kadar yükselmişti.
Birçok üniversitede derslere de giriyormuş. Hayret, Özkan'ı nasıl ikna edemedi! Şaşırdım. Oysa, bir başkanın arayıp da bulamayacağı donanıma sahipti!..
Yusuf Ziya Hoca çok dikkatli olmak zorunda. Yaptığı, yapmadığı her şey artık medyanın gözetimi altında. Oturduğu koltuk ne acemilik kaldırır ne de kin ve husumet. Birilerinin gazına gelip taşeronluk ya da tetikçilik yapmaz diyor onu tanıyanlar. Çelik gibi politikacı da değil. O hâlâ bir eğitimci ve bir bilim insanı.
Bu yüzden, önyargılardan uzak bir şekilde, yapabileceği konular üzerinden değil de, yaptıklarına göre değerlendirmek, sanki çok daha doğru olacak.
İlk hafta karnesi, acemice söylemleri dışında, fena değil. Amacını aşan açıklamalarda bulundu. Örneğin, "Rektörler bazen yasaları da göremesin" gibi. Sanıyorum zaman içerisinde daha özenli, daha temkinli olacak. Yöneticilik, okumakla öğrenilmiyor.
YÖK başkanlarının daha önce rektörlük yapanlar arasından seçilmesi bu yüzdendi. Ama mademki artık o koltuğun sahibi o, oturup öğrenecek. En azından yaptığı işlerin, güncel tartışmaların ya da kırdığı potların gölgesinde kalmaması için...

Özcan kimden yana?
Üye sayısı açısından bakıldığında, YÖK'ün, Özcan'ın kontrolü altına girmesi zaman alabilir. Rektörler üzerinde etkili olması da ancak gelecek öğretim yılında gerçekleşebilir. Ama eğer samimiyetine inandırır ve hedeflerini iyi anlatabilirse, bu süreç çok kısalabilir.
Bu yüzden, yeni Başkan "Yasakları tümüyle kaldıracağım" gibi toptancılığı bir kenara bırakıp üniversiteler için ne yapacak, onu ortaya koymalı. Örneğin:

  • Üniversiteler mali özerkliğe kavuşacak mı?
  • Verilen kadrolar bir an önce açılacak mı?
  • Ar-Ge ve teknoparklar için kesenin ağzı açılacak mı? 2010 için öngörülen GSMH'nin yüzde 2'si için bastıracak mı?
  • Öğretim elamanlarının maaşı iyileştirilecek mi?
  • Ulusal bir akreditasyon sistemi oluşturup çıtayı yükseltecek mi?
  • Öğrencileri ve Türk eğitim sistemini ÖSS belasından kurtaracak mı?
  • Bilim üreten araştırmacı üniversiteler ile meslek adamı yetiştirenleri birbirinden ayırıp tek tip üniversite modelinden vazgeçecek mi?
  • Üniversitelerin asli unsurlarından biri olan araştırma görevlileri ile öğrencilerin temel sorunlarıyla ilgilenecek mi? Asistanlık sonrası kadro, yurt ve burs konusundaki öngörüleri ne?
  • Politik amaçla açılan üniversiteler ne olacak? Verilmeyen bütçelerle bu üniversiteler nasıl gelişecek? Bu konuda, önce altyapı ve kaynak diye iktidara karşı dik duracak mı?
  • Özel üniversite kavramına nasıl bakıyor?
  • Türban ve katsayılar konusunda ne düşünüyor? Nasıl çözecek?
  • Olası bir kriz anında üniversiteden mi yoksa iktidardan yana mı tavır alacak?
  • Her türlü yasağı kaldıracağım derken, yerleşik kuralları, özgürlükler adına rafa kaldıracak mı?
  • YÖK'te yeni bir yapılanmaya gidecek mi? Yürütme Kurulu'nu yeniden çalıştırmaya başlayacak mı? Üniversitelerarası Kurul'a müdahale edecek mi?
  • Rektörlük ve dekanlık seçimlerinde taraf olacak mı? Seçim sonuçlarına saygı duyacak mı?
  • Öncekilere benzer YÖK yasa tasarıları TBMM'ye getirildiğinde, iktidara karşı tavrı ne olacak?
  • Anayasa'nın 130 ve 131. maddelerinin değiştirilmesi gerektiğine inanıyor mu?
  • YÖK'te danışmanlarla mı çalışacak yoksa seçilmiş üyelerle mi?
    Özetin özeti: Özkan'a Allah kolaylık versin. İşi çok zor. Umarız iktidarla üniversiteler ve kamuoyu arasında günah keçisi olmaz. Rahat ve sabırlı hali, kendine güvenmesi ve ne istediğini biliyor olması, acemiliğinin panzehiri olabilir.


  • Milliyet

    -------------------------------

    http://www.memleket.com.tr/news_detail.php?id=20337

    Abbas Güçlü , Milliyet , 19 Aralık 2007


    YÖK'te gerçekten bir şeyler değişiyor

    Milliyet gazetesi yazarı Abbas Güçlü'nün yazısında aktardıkları...

    19 Aralık 2007 / 15:55

    Yeni Başkan Yusuf Ziya Özcan, YÖK'te köklü değişiklikler yapacak. Hem de daha önceki hiçbir başkanın cesaret edemediği kadar. Baksanıza daha ilk günden, kimsenin yerinden oynatamadığı Özel Kalem Müdiresi Gülsüm Baskan'a güle güle demiş.
    Baskan, YÖK ilk kurulduğunda, Doğramacı'nın yanında sekreter olarak göreve başlamış, oturduğu yerden, profesörlüğe kadar yükselmişti. Birçok üniversitede derslere de giriyormuş. Hayret, Özkan'ı nasıl ikna edemedi! Şaşırdım. Oysa, bir başkanın arayıp da bulamayacağı donanıma sahipti!..
    Yusuf Ziya Hoca çok dikkatli olmak zorunda. Yaptığı, yapmadığı her şey artık medyanın gözetimi altında. Oturduğu koltuk ne acemilik kaldırır ne de kin ve husumet. Birilerinin gazına gelip taşeronluk ya da tetikçilik yapmaz diyor onu tanıyanlar. Çelik gibi politikacı da değil. O hâlâ bir eğitimci ve bir bilim insanı.
    Bu yüzden, önyargılardan uzak bir şekilde, yapabileceği konular üzerinden değil de, yaptıklarına göre değerlendirmek, sanki çok daha doğru olacak.
    İlk hafta karnesi, acemice söylemleri dışında, fena değil. Amacını aşan açıklamalarda bulundu. Örneğin, "Rektörler bazen yasaları da göremesin" gibi. Sanıyorum zaman içerisinde daha özenli, daha temkinli olacak. Yöneticilik, okumakla öğrenilmiyor.
    YÖK başkanlarının daha önce rektörlük yapanlar arasından seçilmesi bu yüzdendi. Ama mademki artık o koltuğun sahibi o, oturup öğrenecek. En azından yaptığı işlerin, güncel tartışmaların ya da kırdığı potların gölgesinde kalmaması için...

    Özcan kimden yana?
    Üye sayısı açısından bakıldığında, YÖK'ün, Özcan'ın kontrolü altına girmesi zaman alabilir. Rektörler üzerinde etkili olması da ancak gelecek öğretim yılında gerçekleşebilir. Ama eğer samimiyetine inandırır ve hedeflerini iyi anlatabilirse, bu süreç çok kısalabilir.
    Bu yüzden, yeni Başkan "Yasakları tümüyle kaldıracağım" gibi toptancılığı bir kenara bırakıp üniversiteler için ne yapacak, onu ortaya koymalı. Örneğin:


    Üniversiteler mali özerkliğe kavuşacak mı?
    Verilen kadrolar bir an önce açılacak mı?
    Ar-Ge ve teknoparklar için kesenin ağzı açılacak mı? 2010 için öngörülen GSMH'nin yüzde 2'si için bastıracak mı?
    Öğretim elamanlarının maaşı iyileştirilecek mi?
    Ulusal bir akreditasyon sistemi oluşturup çıtayı yükseltecek mi?
    Öğrencileri ve Türk eğitim sistemini ÖSS belasından kurtaracak mı?
    Bilim üreten araştırmacı üniversiteler ile meslek adamı yetiştirenleri birbirinden ayırıp tek tip üniversite modelinden vazgeçecek mi?
    Üniversitelerin asli unsurlarından biri olan araştırma görevlileri ile öğrencilerin temel sorunlarıyla ilgilenecek mi? Asistanlık sonrası kadro, yurt ve burs konusundaki öngörüleri ne?
    Politik amaçla açılan üniversiteler ne olacak? Verilmeyen bütçelerle bu üniversiteler nasıl gelişecek? Bu konuda, önce altyapı ve kaynak diye iktidara karşı dik duracak mı?
    Özel üniversite kavramına nasıl bakıyor?
    Türban ve katsayılar konusunda ne düşünüyor? Nasıl çözecek?
    Olası bir kriz anında üniversiteden mi yoksa iktidardan yana mı tavır alacak?
    Her türlü yasağı kaldıracağım derken, yerleşik kuralları, özgürlükler adına rafa kaldıracak mı?
    YÖK'te yeni bir yapılanmaya gidecek mi? Yürütme Kurulu'nu yeniden çalıştırmaya başlayacak mı? Üniversitelerarası Kurul'a müdahale edecek mi?
    Rektörlük ve dekanlık seçimlerinde taraf olacak mı? Seçim sonuçlarına saygı duyacak mı?
    Öncekilere benzer YÖK yasa tasarıları TBMM'ye getirildiğinde, iktidara karşı tavrı ne olacak?
    Anayasa'nın 130 ve 131. maddelerinin değiştirilmesi gerektiğine inanıyor mu?
    YÖK'te danışmanlarla mı çalışacak yoksa seçilmiş üyelerle mi?
    Özetin özeti: Özkan'a Allah kolaylık versin. İşi çok zor. Umarız iktidarla üniversiteler ve kamuoyu arasında günah keçisi olmaz. Rahat ve sabırlı hali, kendine güvenmesi ve ne istediğini biliyor olması, acemiliğinin panzehiri olabilir.

    ---------------------------------------------

    http://www.egitimgazetesi.com/news_detail.php?id=146041


    YÖK Özel Kalem Müdüresi Görevden Alındı

    18 Aralık 2007 08:30

    YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç yerine atanan Prof. Yusuf Ziya Özcan, Özel Kalem Müdüresi Prof. Gülsüm Baskan'ı görevden aldı.

    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından, görev süresi dolan YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç yerine atanan Prof. Yusuf Ziya Özcan, Özel Kalem Müdüresi Prof. Gülsüm Baskan'ı görevden aldı.
    YÖK kurulduğundan bu yana Özel Kalem Müdüresi olarak görev yapan Baskan, kadrosunun bulunduğu Hacettepe Üniversitesi Eğitim Fakültesi'nde öğretim üyeliğine geri dönecek. Baskan, göreve ilk YÖK Başkanı İhsan Doğramacı tarafından getirilmişti.
    Özcan, YÖK Başkanlığı'na atanmasının ardından verdiği bir demeçte, kendi ekibini kuracağını belirtmişti.
    Görevden alınan Baskan, eski YÖK Başkanları Doğramacı, Mehmet Sağlam, Kemal Gürüz ve Teziç ile çalışmıştı.
    Özcan'ın, bu ilk adımın ardından, Başkanlık Genel Sekreteri, Personel Dairesi Başkanlığı, Denklik Birimi, Eğitim Öğretim Dairesi Başkanlığı gibi kritik birimlerde değişiklikler yapacağı öne sürüldü.

    Monday, December 24, 2007

    Diktatör Alemdaroğlu ne zaman yargılanacak ?

    http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=135118


    Mehmet Altan , Star , 24.12.2007



    Alemdaroğlu ne zaman yargılanacak ?

    Burası bir hukuk devleti mi?

    Cevap vermeden önce hafızanızı bir yoklayın isterseniz. Ne olmuştu?

    İntihal... Yani ‘bilimsel aşırma suçu’ işlediği gerekçesiyle...

    Türk Tabipleri Birliği Yüksek Onur Kurulu, İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu’nu ‘iki ay meslekten men’ etmişti.

    İstanbul Tabip Odası Basın Sözcüsü Doktor Osman Öztürk, konuya ilişkin basın toplantısında bilimsel aşırma olayının Rektör Kemal Alemdaroğlu tarafından çarpıtılmaya çalışıldığını belirterek, ‘bu memlekette hiç kimse, işlediği suçtan dolayı Atatürkçülüğün arkasına sığınmaya çalışmasın’ da demişti.

    Alemdaroğlu, ‘Laparoskopik Cerrahi’ adlı kitapta intihal yaptığı gerekçesiyle suçlanıyordu.

    ABD’deki Virginia Üniversitesi, Alemdaroğlu’nu ‘eser hırsızı’ olarak göstermişti

    Alemdaroğlu’nun da yazarları arasında bulunduğu kitabın, ABD’li tıp doktoru Philippe Jean Quilici’nin yazdığı ‘New Developments in Laparascopy’ isimli İngilizce kitaptan ‘aşırma’ olduğu, söz konusu kitabın, İngilizce basımla hemen hemen bütün bölümlerinin ‘aynı’ olduğu belirtiliyordu.

    2547 sayılı Yüksek Öğretim Kurulu Kanunu’na göre, intihalin cezası ‘üniversite öğretim mesleğinden çıkarma’ olmasına rağmen YÖK sessiz kaldı.

    ***

    Bundan bir süre sonra...

    Kemal Alemdaroğlu, o zamanki Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından görevden alındı.

    Neden?

    Çünkü İstanbul Üniversitesi’nde yargı kararlarını uygulamadığı gerekçesiyle YÖK tarafından oy çokluğuyla görevden alınması isteniyordu

    Alemdaroğlu hakkındaki kararı inceleyen Cumhurbaşkanı Sezer de görevden alma istemini onadı.

    Yargı kararlarını ‘uygulamamak’ suçtu.

    Üstelik Alemdaroğlu’na ait başka iddialar da vardı...

    Yükseköğretim Denetleme Kurulu raporunda şu iddialar yer alıyordu:

    l Öğrenci harçları fon saymanlığından usulsüz harcamalar yapılıp, ihaleye fesat karıştırıldığı...

    l
    Öğrencilerden toplanan harçların vadesiz olarak uzun süre bankada bekletilerek hazineye geç yatırma karşılığında 2002 ve 2003 yıllarında İÜ Yardım Vakfına bağış alındığı...

    l Sayıştay tespitlerine göre 186 milyar lira haksız ödeme yapıldığı...

    l
    67 adet kantin ve kafeteryanın yıllık 3 trilyona yakın tahsilatının bütçeye yatırılmayıp ancak ara sıra 5-6 kantin ve kafeterya için ufak bir meblağın yatırıldığı ve 9 bin kitabın kayıp olduğu...

    l Rektörün devletin resmi telefonunu kendi evine bağlatarak konuşma ücretini üniversite bütçesinden ödettiği...

    l
    Alemdaroğlu’nun, Dr. Yusuf Akça’nın ‘Yükseköğretim ve İstanbul Üniversitesi Mevzuatı’ isimli eserinden 2547 sayılı Kanun’un 17’nci maddesini çıkarttığı...

    YÖK, bu iddiaların da yargı karşısında aklanmasına izin vermedi.

    ***

    Geçen gün...

    İntihal suçlamasıyla İstanbul Tabip Odasının iki ay boyunca meslekten men ettiği...

    Cumhurbaşkanının yargı kararlarını uygulamadığı için görevden aldığı...

    Yüksek Öğretim Denetleme Kurumu’nun yolsuzlukla suçladığı...

    Ama YÖK izin vermediği için bir türlü yargılanamayan Kemal Alemdaroğlu’nun, üniversiteye ait bir taşınmazın ihalesinde üniversiteyi zarara uğrattığı gerekçesiyle yargılanmasına karar verdi Danıştay 1’inci Dairesi.

    Prof. Dr. Alemdaroğlu’na Antalya Konyaaltı’ndaki üniversite taşınmazıyla ilgili suçlamalar yöneltilmiş ve hakkında inceleme başlatılması istenmişti.

    Mülkiyeti İÜ’ye ait Antalya Konyaaltı’ndaki bin 200 metrekare yüzölçümlü taşınmaz, kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle yükleniciye ihale edilmişti.

    Prof. Dr. Alemdaroğlu da, bu ihalenin tamamlanması ve sözleşme yapılmasından sonra üniversiteyi zarara uğratmakla suçlanıyordu.

    Suçlamalar şöyleydi:

    - Yükleniciye ilave hak ve menfaat sağlanması...

    - Yüklenici firmanın, arkeoloji binası yapılması öngörülen ancak bu bina için arsanın kim tarafından temin edileceği belli olmayan ihtilaflı bir ek sözleşme imzalaması...

    - 14 ayda bitirilmesi gereken işin gecikmesi...

    - Bu süre içinde üniversitenin zarara uğratılması...

    Bu suçlamalara ilişkin olarak, Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığı’nca oluşturulan kurul, Alemdaroğlu hakkında 13 Nisan 2007’de men-i muhakeme (yargılanmama) kararı verdi.

    ***

    Kurul kararını yasa gereği inceleyen Danıştay 1’inci Dairesi, Alemdaroğlu’nun üzerine atılı suçu işlediğini doğrulayacak ve hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek yeterli kanıt bulunduğuna işaret etti.

    Daire, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı’nca oluşturulan kurulun men-i muhakeme kararını oy çokluğuyla bozarak, Alemdaroğlu’nun lüzum-u muhakemesine (yargılanmasına) hükmetti.

    Yargılamanın İstanbul Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapılmasına karar veren daire, Alemdaroğlu hakkındaki dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi.

    ***

    Peki ya diğer iddialar...

    Peki ya diğer suçlamalar...

    Onlar mahkeme-i Kübra’da mı?


    24.12.2007

    Friday, December 21, 2007

    Üniversitede infaz !

    http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=241831


    İsmet Berkan , Radikal , 17/12/2007


    İsmet Berkan Üniversitede infaz !

    İsmet Berkan


    17/12/2007


    Bizim Yükseköğretim Yasamız üniversite rektörlerine öyle büyük yetkiler veriyor ve onlara akademik kadrolar üzerinde öyle geniş kontrol imkânları veriyor ki, neredeyse bütün üniversitelerden rektörlere ilişkin şikâyetler yağıyor. Bu şikâyetler de çoğunlukla isimsiz oluyor, çünkü şikâyet edenin akademik hayatı kararabiliyor. Böyle çok sayıda örnek biliyoruz.
    Bakın, önceki gün gelen bir elektronik posta Samsun'daki 19 Mayıs Üniversitesi (OMÜ) ile ilgiliydi. Bir bölümünü aktarıyorum:
    "Bir televizyon programı nedeni ile Samsun'a geldiğinizde bir grup arkadaşımızla birlikte elimizde kalın dosyalarla size geldik OMÜ'de yaşadıklarımızı kanıtları ile birlikte bir bir anlattık. Sesimizi kamuoyuna duyurmanızı istedik. Sebepsiz yere insanların bir anda nasıl üniversiteden kovulduğunu, nasıl hayatların karartıldığını anlattık. Umarım bu görüşmeyi hatırlarsınız. Yazılarınızı dikkatle takip eden birisi olarak, demokrat kimliğinizden şüphe duymuyorum. Ancak aylarca Türkiye gündemine oturmasına, görsel ve yazılı basında sayısız haberler çıkmasına, akademisyenler olarak gösteri dahi yapmamıza rağmen konuya ilişkin bir satır dahi yazınızı okumak nasip olmadı. Bizimle görüşmenize müteakip sayın Rektör Ferit Bernay'ın acı kahvesini yudumladıktan sonra acı kahvenin kırk yıl hatırı olur düşüncesi ile elinize verdiğimiz kalın dosya galiba çöp konteynırındaki yerini aldı. O zaman ben işsizdim, size kahve ısmarlayacak param yoktu, iki çocuğuma ekmek götürmenin yollarını arıyordum. utanmayacağım daha ötesini söyleyeyim, Dr. unvanıyla köyüme döndüm babamın koyun sürüsünü otlatıyordum. Sayın Berkan hak ettiğim Yrd. Doç. kadrosuna atanmadığım gibi, 80 arkadaşımla sorgusuz sualsiz sokağa atıldım, başkalarının eline muhtaç oldum, psikolojim bozuldu, kimseye gerekçesini izah edemedim."
    Hatırlayanlar hatırlayacak, o dönem 19 Mayıs Üniversitesi'ndeki uygulamalar, çok sayıda doktoralı akademisyenin sözleşmesinin yenilenmemesi, yani sokağa atılması çok tartışıldı. Okurum haklı, o dönemde ben köşemde konuya yer vermedim ama Radikal haberleriyle durumu duyurdu.
    Bir başka mektup Muğla Üniversitesi'nden. Orada da rektörden şikâyet ediliyor, rektörün antidemokratik uygulamaları bir bir anlatılıyor. Tipik uygulamaların başında, doktoralı öğretim üyelerine yardımcı doçent veya doçent kadrosu vermemek, biraz olsun aykırı görünenlerinin sözleşmelerini yenilemeyip onları sokağa atmak geliyor.
    Üniversitenin en büyük ihtiyacının yetişmiş akademisyen olduğu herkesin malumu ama biz doktoralı akademisyenlerimizi 'Gözünün üstünde kaşın var', 'Cumaları namaz kılıyorsun' veya 'Sendikacılık yapıyor, rektörü eleştiriyorsun' gibi bahanelerle sokağa atıyorsak, durum incelenmeye değer demektir.
    Bakın Muğla Üniversitesi'nden böyle sudan sebeplerle sözleşmesi yenilenmeyerel sokağa atılanlardan biri, Lutfiye Kalaycı,
    İstanbul'da 'Karşı Sanat Galerisi'nde bir sergi açtı, sergisinin başlığı ve manifestosu her şeyi anlatıyor aslında: 'Üniversitede İnfaz.'

    Thursday, December 20, 2007

    Mucize - Danıştay : Diktatör Alemdaroğlu yargılansın / darısı diğer diktatörlerin başına

    http://www.milliyet.com.tr/2007/12/20/guncel/gun07.html



    Milliyet , 20.12.2007


    Danıştay : Alemdaroğlu yargılansın

    AA

    Danıştay, İstanbul Üniversitesi (İÜ) eski Rektörü Prof. Kemal Alemdaroğlu'nun, üniversiteye ait Antalya Konyaaltı'ndaki 1200 metrekarelik taşınmazla ilgili ihalede üniversiteyi zarara uğrattığı gerekçesiyle yargılanmasına karar verdi.
    Alemdaroğlu, ihalenin ardından yükleniciye ilave hak ve menfaat sağlamak, ihtilaflı ek sözleşme imzalamak, bundan dolayı 14 ayda bitirilmesi gereken işi geciktirmek ve bu süre içinde üniversitenin zarara uğramasına neden olmakla suçlandı. YÖK'çe oluşturulan Kurul, Alemdaroğlu hakkında 13 Nisan 2007'de men-i muhakeme (yargılanmama) kararı verdi. Kararı yasa gereği inceleyen Danıştay 1. Dairesi, Alemdaroğlu hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek yeterli kanıt bulunduğuna karar vererek, men-i muhakeme kararını oy çokluğuyla bozdu.

    Psikolojik savaşta propaganda

    http://www.haber7.com/artikel.php?artikel_id=140688



    Psikolojik savaşta propaganda

    19 Aralık 2007



    Psikolojik savaşta propaganda

    NEVZAT TARHAN

    ntarhan@gmail.com

    Psikolojik savaşta propaganda çok önemli bir yer tutar. Her gün hepimizin pek çok açıdan propagandaya maruz kaldığımız artık biliniyor. Çağımızın son 20 yılında tanık olduğumuz olaylara dikkatle baktığımız zaman bugün ne gibi propagandalara maruz kaldığımızı anlamamız zor olmayacaktır. İletişim imkânlarının alabildiğine arttığı, “at izi” ile “it izi”nin karıştığı günümüzde bunları bilmek kişinin kendisine “psikolojik duvar” örerek koruması için artık zaruret halini almaya başlamıştır.

    Psikolojik savaşın propaganda çeşitlerinden biri kara propagandadır. Psikolojik savaşta propaganda çok önemli bir yer tutar. Kara propaganda da kaynak belirlidir ama başka kaynaklardan çıkıyor gibi gösterilir. Kara propaganda yönteminde hile vardır. Entrika, yalan, iftira, fitne, sinsilik ve sahte delil serbesttir. Gizlilik esastır.

    Düşmanlık duygularının attırılması

    Kara propaganda da gerçekleri değiştirmek, inançları sarsmak ve kamu efkârını karıştırmak amaçlar. Kaynağı belli olmamalıdır, anlaşıldığı zaman, tesiri olmaz, geri teper ve düşmanlık duygularının artmasına neden olur.

    Kara propagandanın malzemesi yalan ve iftira, bozgun, çıkarcı her türlü yoldur. Sahte delil vardır. Bunun için, var olmayan her şeyi var gibi gösterir.

    Yalan, gerçekmiş gibi inandırıcı bir şekilde ortaya atılır. Kara propaganda da nifak, ortalığa sokup karıştırmak için çok kullanılan bir yöntemdir.

    Kara propaganda da kaynak daima gizlidir. Her ne sebeple olursa olsun kaynak ortaya çıktığında her türlü sorumluluk reddedilecek şekilde önceden hazırlıklı olunur.

    Kaynak gizli kaldıkça; yalanlar, rivayetler, şayialar, dedikodular verimli sonuçlar verir.

    Amacı, muhatapların ruhi çöküntüye götürülmesidir. Bu yöntemi uygulayanlar hiçbir ahlâkî ve vicdani sorumluluk duygusu taşımazlar. Akla gelebilecek her şeyi hedef olarak ele alırlar.

    Çıkara hizmet eden her şey…

    Kara propaganda da her şey kullanılabilecek bir malzemedir, yeter ki bu malzeme istenen çıkara hizmet etsin. Kitaplarda bu faaliyetin, amacı temiz, yöntemi pis olan bir propaganda tekniği olarak geçmesi uluslararası bir tartışma konusudur. Psikolojik savaşla ilgili askerî yönetmeliklerde bu propagandanın bir yöntem olarak tanımlanması, acaba ne derece insanî ve ahlâkîdir? Düşman olan kadın, kız ve çocuklara insanlık dışı muamele yapmakla, onları birbirine düşürtüp öldürtmek, aralarında fitne çıkarmak arasındaki ince sınır nasıl çizilecektir? Kötülük tuğlaları ile örülmüş olan zafer kalesi ne kadar yaşayabilir ki?

    Abdülhamit ve psikolojik savaş

    Osmanlı padişahlarından Sultan Abdülhamit, psikolojik savaş yöntemlerini bilen ve kullanan birisiydi. Balkan savaşı sonrasında kendisiyle yapılan bir görüşmede İttihatçılara hitaben psikolojik savaşı nasıl kullandığını şöyle anlatır:

    “Ben Balkanlarda kiliseler arası kavgayı halletmedim. Bunu birleşip bize saldırmasınlar düşüncesi ile bilerek yaptım. Sizin (İttihatçıların) bu ihtilafı çözmeniz yanlıştı.”

    Kötülemek amacı ile yapılacak propaganda için propagandacı, karşı tarafın olumsuz bir tarafını bulur. Eğer kötü bir yan bulamazsa uydurur. Propagandacı sürekli uydurma konular icat eder ve bunu sürekli gündemde tutarak işlemeye çalışır.

    İnsanları kaygılı hale getirmek

    Kara propaganda da ana amaç, yerleşmiş bir inancı yıkmaktır. Halkı kendi içinden çıkardığı liderlerden soğutmak, ordu ve devlete karşı var olan güveni sarsmak, sosyal ve ekonomik dayanışmayı yıkmak ister. İnsanları şüpheli, kaygılı, mutsuz ve zihni karışıklık içerisinde tutmak arzusundadır.

    Her türlü zaaf kullanılır

    İnsan ve toplumun her yönü, her safhası propaganda malzemesi olarak seçilir. Her türlü noksanlık kara propaganda için birer malzemedir ve burası bir hareket noktasını oluşturur.

    Kara propaganda için kişilik zaafları çok önemlidir. Alkol, uyuşturucu, kadın düşkünlüğü, siyasî hırs, particilik, bencillik ve megalomanik özellikler hareket noktası olabilir. Osmanlının son dönemlerinde İttihatçıların dinde lakayt tavırları, Arap toplumunun hilafete olan itaatlerini kırmak için, İngiliz ve Fransızlarca usta bir biçimde kullanılmıştı.

    Zeki idareciler dikkatli olmalı

    Bazen zeki yöneticiler bu tarz amaçlarla kullanılırlar. Zeki, akıllı ve başarılı yöneticiler övgü ile şişirilirler. Eğer bu yöneticilerin narsisist ruh yapıları varsa, övgü ve itibarı kaybetmemek için kendilerini övenlere sürekli hizmet etmek zorunda oldukları duygularını taşırlar. Bu özellikleri, kendileri farkına varmasalar bile, kara propagandacılar tarafından kullanılarak propagandacılar istediklerini kolaylıkla yaptırabilirler.

    Kara propagandanın imkânları

    1.Kaynağı gizli olduğu için, muhatabın karşı propagandasının tesiri az olur.

    2.Muhatabın anavatanı içinde cephe gerilerinde faaliyet göstermeleri nedeniyle işgal sonrası için zemin hazırlar.

    3.Korku duygusu uyandırarak insanlarda bulunan direnme gücünü kırarlar. Böylece insanlara sığınacak güç arama ihtiyacı hissettirirler.

    4.Karşıtlarının kendi içlerinde hain elemanların bulunduğu hissini uyandırırlar. Bu nedenle muhataplarında moral çöküntüsü oluşur ve güvensizlik artışı ile durum sonuçlanır.

    Kara propagandanın riskleri

    1.Propagandanın hazırlanması ve uygulanması özel bir dikkat ister.

    2.Gizliliğin ve emniyetin çok önemli olması nedeniyle faaliyeti sınırlıdır.

    3.Açık bir çaba ile yürütülmesi zordur.

    4.Halkına karşı açık, dürüst ve saydam olan liderlere yöneltildiğinde geri tepen bir silah olur. Halkın lidere, idarecilere olan sevgisini daha çok arttırıcı sonuçlar doğurabilir.

    5.İletişimin kolay ve uygun olduğu günümüzde, gizlilik emniyeti güçlükle sağlanabilir.

    Propagandanın, muhatabı güçlendirici yanıyla mağdur ve mazlum görünümü birleşirse, çevresindeki insanlara kenetleyici etki yapması mümkündür. Düşman liderin bitirilmesi hesap edilirken tamamen tersi bir sonuçlanabilir.

    Wednesday, December 19, 2007

    Eski Diktatör Alemdaroğlu, Danıştay kararıyla yargılanacak - darısı diğer Diktatörlerin başına

    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=626975

    Zaman , 19 Aralık 2007, Çarşamba

    Eski Rektör Alemdaroğlu, Danıştay kararıyla yargılanacak

    Danıştay 1. Dairesi, eski İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörü Prof. Dr. Kemal Alemdaroğlu'nun, Antalya Konyaaltı'ndaki üniversiteye ait taşınmazın kat karşılığı ihalesinde, üniversiteyi zarara uğrattığı gerekçesiyle yargılanmasına karar verdi. Daire, Alemdaroğlu hakkındaki dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi.


    Prof. Dr. Alemdaroğlu'nun, rektör olduğu dönemde, ''mülkiyeti İstanbul Üniversitesine ait Antalya Konyaaltı'ndaki bin 200 metre kare yüz ölçümlü taşınmazın kat karşılığı inşaat sözleşmesiyle yükleniciye ihale edilmesinden ve sözleşme yapılmasından sonra, yükleniciye ilave hak ve menfaat sağladığı, yüklenici firmanın, arkeoloji binası yapılması öngörülen ancak bu bina için arsanın kim tarafından temin edileceği belli olmayan ihtilaflı bir ek sözleşme imzaladığı, bundan dolayı 14 ayda bitirilmesi gereken işin gecikmesine, bu süre içinde üniversitenin zarara uğratılmasına neden olduğu'' gerekçesiyle inceleme başlatılması istendi.

    Yüksek Öğretim Kurulu Başkanlığınca oluşturulan Kurul, Alemdaroğlu hakkında 13 Nisan 2007'de men-i muhakeme (yargılanmama) kararı verdi.

    -KURULUN MEN-İ MUHAKEME KARARINI BOZDU-

    Kurul kararını yasa gereği inceleyen Danıştay 1. Dairesi, Alemdaroğlu'nun üzerine atılı suçu işlediğini doğrulayacak ve hakkında kamu davası açılmasını gerektirecek yeterli kanıt bulunduğuna işaret etti. Daire, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca oluşturulan Kurul'un men-i muhakeme kararını oy çokluğuyla bozarak, Alemdaroğlu'nun lüzum-u muhakemesine (yargılanmasına) hükmetti.

    Yargılamanın İstanbul Asliye Ceza Mahkemesinde yapılmasına karar veren Daire, Alemdaroğlu hakkındaki dosyayı İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına gönderdi.

    Dairenin kararında, söz konusu arsanın müteahhide 2003 yılında teslim edildiği, ayrıca Arkeoloji Hizmet Binası yapılmasının istendiği belirtilerek, yüklenici firmanın, bu hizmet binası için üniversiteden arsa temin etmesini istediği kaydedildi. Kararda, karşılıklı yazışmalar sonrasında bir sonuca ulaşılamaması nedeniyle üniversitenin 2005 yılında sözleşmeyi tek taraflı feshettiği, fesih kararına karşı yüklenici firmanın dava açtığı, davanın derdest olduğu ifade edildi.

    Kararda, tüm bu gelişmeler sonunda, üniversitenin 14 ayda teslim alması gereken binayı teslim alamadığı, arkeoloji öğrencileri için barınma yeri kiralamak zorunda kalındığı ve ortaya çıkan durum nedeniyle üniversitenin zarara uğratıldığının görüldüğü vurgulandı.


    19 Aralık 2007, Çarşamba

    Tuesday, December 18, 2007

    Düşmanlarımla sohbet

    http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=102124,10,2


    Engin Ardic , Aksam , 19.12.2007



    Düşmanlarımla sohbet



    Sizden rica etsem, bana küfür etmeyi ya da nefret kusmayı beş dakikalığına, hiç olmazsa şu yazının sonuna kadar bırakıp beni dinler misiniz?

    Özellikle Aydın Doğan grubunda çalışan bazı sevgili meslekdaşlarım, değerli düşmanlarım...

    Seçimden bu yana beş ay geçti, yenisine daha dört yıl var, niçin ortamı bu kadar geriyorsunuz?

    Bu tutumunuz, toplumun pek de sağlam olmayan ruh sağlığına zararlı... Yazık değil mi?

    Fazıl Say’ı bir bahane olarak kullandınız, çok ama çok abarttınız, bunu siz de biliyorsunuz, ben de, okuyucu da.

    Gerginliği sürdürmekten, bu yaygaradan, bu kadar hırçın muhalefetten ne umuyorsunuz, seçime daha çok çok zaman olduğuna göre, dön dolaş gene darbe mi? Yapmıyorlar işte, hopursanız da bopursanız da yapmıyorlar.

    İnönü’nün Menderes’e ellili yılların sonlarında uyguladığı vahşi muhalefet sizi nereye götürecek, yeni bir 27 Mayıs’a mı? Hayal kuruyorsunuz.

    Eee peki ne yapacaksınız, kendiniz mi ayaklanacaksınız, kendin pişir kendin ye mantığıyla? Hani Fazıl’a “mücadele et” demiştiniz de...

    Arkadaşlar... Bu adamlar seçim kazandılar geldiler, ve belli bir gündemleri, programları var, onu uygulayacaklar... Bu size niçin tuhaf geliyor? Ya ne yapacaklardı? Kendi ilkelerini mi çiğneyeceklerdi size hoş görünmek için? Arkalarında halkın yarısı var.

    Adamları diktaya yönelmekle suçluyorsunuz ama onlara dikta çanağını 12 Eylül düzeniyle siz tuttunuz. Tıpkı, çok partili sisteme geçen ama demokrasiye geçmeyen Milli Şef’in yapmış olduğu hata gibi...

    Peki, yarın Aydın Bey iktidarla olan “ticari meselelerini” çözse ve ortalık süt liman kesilse, ne tür bir “ofsaytta” kalacaksınız, başınıza neler gelecek, hiç düşündünüz mü? İsterseniz Emin Çölaşan’a sorunuz, size anlatsın.

    Değerli arkadaşlar... “Kurtulmanızın” bir tek yolu vardır:

    Baykallı ya da Baykalsız bir CHP’nin asla tek başına iktidara gelemeyeceğini, bir CHP-MHP koalisyonunun hem çok uzak ihtimal olduğunu, hem de çözeceğinden çok daha fazla sorun çıkaracağını önce bir görün ama... DYP’yi canlandırmak, ölüyü diriltmek falan gibi zavallılıkları da bırakın artık bir yana...

    Yeni bir parti kurulacak, başka yol yok.

    Bu partiye ister fiilen katılırsınız, ister dışarıdan destek verirsiniz, açıkça ya da gizli...

    Bu partinin sol olacağını sanırsanız, Türkiye’nin yakın tarihinden hiçbir şey anlamadınız ve öğrenmediniz demektir.

    Bu parti, laik ve liberal olacaktır, hani bir zamanlar ANAP’ın isteyip de olamadığı gibi.

    Fakat halkın dini hislerine de saygılı.

    Yani, yerli olmak zorundadır, on yıl öncesinin YDH kuruluşu gibi “alafranga” kokarsa havasını alır.

    Partinin kurulması ve gelişmesi yetmez... Bu parti, Türkiye’yi AKP hükümetinden daha iyi yöneteceğine seçmeni ikna etmek zorundadır!

    Desteklemezsem eşşoğlueşşeğim. Ama önce piyasaya çıksın da malı görelim.

    Yalnız Türk seçmenini değil, bizi burnumuza hırızma takmış gibi güden emperyalistleri de ikna etmek zorundadır, bunu da unutmayınız. Aksi takdirde yokederler.

    Gene de çok zor ama hiç olmazsa deneyebilirsiniz... Gene yenilirsiniz ama hiç olmazsa adam gibi yenilirsiniz, yalan yazarak, gerçek çarpıtarak değil... Çünkü iktidarda olan “OSMANLI REFLEKSİDİR” ve sizin göremediğiniz kadar güçlü ve köklüdür. Siz Türkiye’yi hiç, ama hiç anlamadınız. Üstelik zamanında başlatmadığınız sanayileşme ve şehirleşme, zamanında tasfiye etmediğiniz, korumakta direndiğiniz köylülük şimdi size “lumpen patlaması” olarak geri dönüyor ve bundan kurtuluşunuz yoktur.

    Öbür türlü, geri kalan ömrünüz ya ağlamakla ya kızıp köpürmekle geçer.

    Ya da Fazıl’a söyleyin, İsviçre’ye yerleştiği zaman sizi de aldırsın.

    Teşekkür ederim. Evet, tamam, teneffüs bitti, benden nefret etmeye devam edebilirsiniz...

    [Yorum] YÖK: Taraf ya da tarafsızlık değil, kurumsal namus önemli

    http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=626816


    Zaman , 19 Aralık 2007, Çarşamba


    [Yorum - Pro. Dr. Naci Bostancı] YÖK: Taraf ya da tarafsızlık değil, kurumsal namus önemli

    ÖK'ün yeni başkanı belli oldu. Öncelikle hayırlı, uğurlu olması dileğimizi ifade edelim. Başkan atanmazdan önce çeşitli isimler telaffuz ediliyordu; ancak onların içinde Yusuf Ziya Özcan'ın adı geçmemişti. Şüphesiz YÖK başkanlığı görevini layıkıyla yerine getirecek birçok insan vardı.


    Sonuçta o göreve bir kişi gelecekti, yasal süreç esasında bu atama gerçekleşti. Başkanın belli olmasının ardından bazı gazetelerin ve televizyonların atamayı teyakkuz halinde bekledikleri anlaşıldı. Hemen hocanın geçmişi "didik didik" edildi, yayınları gözden geçirildi, satır aralarından atamanın "yanlılığına" ilişkin sonuçlar çıkartılmaya çalışıldı. Tuhaflık, YÖK gibi önemli bir kurumun başına gelen kişinin bu ölçüde ilgi çekmesi değil, kişisel geçmişinin değerlendiriliş biçimi, adeta bir tür Hurufilik anlayışıyla yazılan kelimelerin, edilen sözlerin mercek altına alınması. Hayli izleyicisi olan bir TV kanalı, Yusuf Z. Özcan'ın "nerede durduğunu" anlamak için "beden dilinin" ipuçlarından hareket edip iktidara yaslandığına ilişkin bir yoruma kadar vardırdı işi. Böylelikle "beden dilinin" ilgili olduğu bağlam da yeni katkılarla zenginleşmiş oldu. Hocanın "kendilerince malum olan tarafını" ortaya çıkartmaya çalışan çevreler acaba "tarafsız" bir konuma mı sahiplerdi? Muhakemeleri "objektifliğin" hangi kriterlerine ayarlıydı? Az çok sosyal bilimlerle uğraşmış olanlar, "tarafsızlığın" bir ideoloji olduğunu, toplumsal hayatta böyle bir yer bulunmadığını, ancak bu kavramın hegemonya oluşturmak için kullanıldığını bilirler. Herkesin bir yeri, tarafı olabilir, önemli olan kamusal performansta kurumsal ilkeleri muhafaza edebilmektir. Temel hareket noktası, kurumların belli bir kesime değil, tüm topluma ait olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla kurumun kendine içkin ilkeleri herhangi bir tarafın değerlerinin vesayeti altında kalmamalıdır. Bu sadece ahlakla desteklenmiş bir tavır değildir, kurumların ilkeleriyle bir tarafa ait değerler yer değiştirdiğinde o kurum soysuzlaşır, kimsenin işine yaramaz. Aslında kurumları bu şekilde soysuzlaştıran çevreler, sonuçta kalitesizliği kendilerine taşırlar, akıbetleri de bu kurumlar gibi olur. Bu manada, bir "yerde durmak"la birlikte kurumların var oluş ilkelerine hassasiyet göstermeleri gerekenler sadece bürokratlar mıdır? Bir kurum olarak medyada iş görenlerin dikkate almaları gereken sorumlulukları yok mudur?

    Önce kamusal performansa bakmak

    Y. Z. Özcan'ı daha baştan eleştirmek kastıyla davrananların, onun kamusal performansının ne olacağını beklemeye zamanlarının ve tahammüllerinin olmadığını gördük. Başkanın, "Üniversitelerde tüm yasaklar kalkacak," şeklindeki ilk açıklaması hemen "türban" üzerinden okundu, "Aslında türban yasağı kalkacak diyemediği için tüm yasaklar kalkacak, lafının arkasına sığınıyor" denildi. Bu okuma biçiminin tek boyutlu ve hayli saplantılı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu tutum etrafında saf tutanların niyeti, türban odaklı bir dikkatle yapılıp edilenleri takip ederek bir tür Demokles'in kılıçlığına soyunmak ise bu dahi makul karşılanabilir. Böylelikle "stratejik bir akıl"la "türban korkutması üzerinden" buradaki iktidar ilişkilerine müdahil olmaya çalıştıkları söylenebilir. Fakat ortada bir stratejik akıl yoksa ağırlıklı olarak olup bitenleri tahrif edecek, anlamı çarpıtacak ölçüde bir fikri sabit söz konusuysa, o zaman kendilerine, mücadele ettiklerini düşündükleri çevrelere ve nihayet tüm ülkeye zararları dokunur. Çünkü tartışma ve saflaşma konuları mukayese edilebilir bilgi alanından "renkler ve zevkler tartışılmaz" alanına geçtiğinde insanların da birbirlerine söyleyeceği sözler kalmaz. Ne yazık ki bugün Y. Z. Özcan'ın adeta hususen türban yasağını üniversitelerden kaldırmak gibi tek ve kutsal bir görev sebebiyle bu göreve atandığını düşünen ve bunu her fırsatta dile getirenlerin ilk vukuatları bundan ibaret değil. Bunun yanına iki hususu daha ekleyelim. Birincisi, AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde sürekli "gizli bir ajandadan" bahsedildi, "aslında şeriatı getirmek istiyorlar" denildi. İkincisi ise, daha yakınlarda yeni anayasa tartışmaları yapılırken, hangi maddeler nasıl değiştiriliyor, bunlara ilişkin yorumlardan çok, "Bu anayasa üniversitelerden türbanı kaldırmak için yapılıyor," denildi. Ve arada aynı çizgideki sayısız yorumlar... Dil, muhakeme, bakış aynı. Örnekler peş peşe konulduğunda saplantının stratejik davranıştan daha baskın olduğu görülüyor.

    Bu çevrenin, "Elbette tarafız, şeriatçılara karşı laik Cumhuriyet'in yanındayız," diye düşündükleri malum. Ortada bir de laik Cumhuriyet'in düşmanlarının olması gerekir. Oysa Cumhuriyet 84 yaşındadır, bu süre içinde "laik Cumhuriyet'in düşmanlığı" ile suçlanan kesimler büyük oranda iktidarda bulunmuşlardır. Laik Cumhuriyet bundan ne zarar görmüştür? Gerçekte sorun laik Cumhuriyet'in dostu ya da düşmanı olmakta değil, laikliğin ve Cumhuriyet'in yorumundadır. Belli bir kesim, laik Cumhuriyet'i bir şekilde tanımlamakla, bunun yol, yöntem ve araçlarını tespit etmekle yetinmiyor, kendi dışında hiçbir yoruma ve anlayışa hayat hakkı tanımama "despotizmiyle" davranıyor. "Ben böyle düşünüyorum, herkes de böyle düşünmeli" çizgisinde olanlar bu açık toplumda artık bu ısrarlarından vazgeçecekler. Üniversiteler söz konusu olduğunda ise, buralar elbette "laik Cumhuriyet'in" kurumları olacaklardır, fakat onları tanımlayan yegâne ifade bu olmayacak, mahiyetleri gereği hiçbir yorumu dogmaya çevirmeyeceklerdir. Üniversiteleri büyük H'li hakikatlerin mekânı yapmaya kalkışmak, onları, adı ne olursa olsun skolâstiğin kurumlarına dönüştürmektir.

    Yine, YÖK ve anayasa tartışmalarını türban üzerinden okuyanların ortak psikolojisini tespit etmek bakımından özellikle 22 Temmuz seçimlerinin ardından içine girdikleri bir hali dile getirmek gerekir. Bu kesim, 2002 seçimlerinde tarihin arızi bir cilvesi olarak AKP iktidarının ortaya çıktığını, ancak parantezin 2007 seçimlerinde kapanıp, yeniden AKP'den ve onun temsil ettiği anlayıştan bağımsız olarak Türkiye'nin yoluna devam edeceğini düşünüyorlardı. Aksine AKP seçimlerden daha da güçlenerek çıktığında, bu siyasal-toplumsal safın özellikle çekirdeğinde yer alan kimileri, "laik Cumhuriyet'i koruma kararlılıkları"nı "Kanije geçilmez" türünden bir savunma psikolojisine taşıdı. Bu anlayış sahipleri, "saflarındaki bazı kişilerin dahi bu yeni tablo karşısında çıkarcı bir şekilde davranacakları, abdestsiz cuma namazına giderek iktidara yaranmaya çalışacakları ama diğerlerinin soy bir davranışla imanlarını koruyacakları" türünden yorumlarda bulundular. Esasen bir politik yapıyı kabileye, cemaate dönüştüren, gerçeklikle olan ilişkisini derin bir kırılmaya uğratan tam da bu tür ifadelerin arkasındaki kolektif profildir. Bir kabilenin diline hain-kahraman girdiğinde, orada insanlar "savaşı" solumaya başlarlar. Bu tahayyül biçimi "anlamak gibi lüzumsuz işlerin yerine" savaşmayı koyar. Çünkü anlaşılacak bir şey yoktur, ülke elden gitmektedir, çürümüşlük diz boyudur, geriye kalan tek görev savaşmaktır. Her taşın altında bir büyük oyunun ipuçlarını arama kafa yapısının Türkiye için yeni olmadığını, tek örneğin de bunlar olmadığını biliyoruz.

    YÖK başkanının icraatlarını takip edelim, bir kurum olarak YÖK'ü tartışalım, üniversitelerdeki eğitimin kriterlerini konuşalım, rasyonel ikna yöntemlerini kullanalım. Fakat son derece sübjektif, şartlı refleksler doğurmaktan başka bir işe yaramayan replikleri bir kenara bırakalım. "Üniversiteler laikliğin kaleleridir," türünden akıl yürütmeler, Cemil Meriç'in bir sözünü hatırlatıyor. Üstat şöyle demişti: "Yobazlık, imanını yalçın kayaların arkasına hapsetmektir." Kale metaforu, ancak yobazlıkla korunabilecek bir iman tasavvurunu akla getiriyor. Üniversiteler kale surlarının arkasında kalmamalı, aksine dünya ile kucaklaşmalı. Kaleler dogmaların yeridir, üniversite ise adı üzerinde üniversalla, yani evrenselle ilişkilidir.


    19 Aralık 2007, Çarşamba

    Monday, December 17, 2007

    "Şiddetin ölümü"ne ağıt yakanlar

    http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=626329


    Mümtazer Türköne , Zaman , 18 Aralık 2007, Salı


    MÜMTAZ'ER TÜRKÖNE

    m.turkone@zaman.com.tr

    "Şiddetin ölümü"ne ağıt yakanlar


    Ece Temelkuran'ın hayıflandığı, üstelik ağıt yaktığı durum ilk defa şiddetin sırra kadem bastığı bir tablo. Milliyet Gazetesi'nde başladığı yazı dizisinin birazı bölgenin bugününü anlatıyor, ama daha çok bu gazeteci hanımın hayal kırıklıklarını okuyoruz. Bu hayal kırıklığını, bu hayıflanmaları "normal" bulmuyorum. Gazeteci etiğinde veya aydın namusunda, tabutunu çivilemeye çalıştığımız şiddetin arkasından ağıt yakmanın yeri olmamalı. Türk-Kürt ayırmadan gidenlerin arkasından döktüğümüz gözyaşını içimize akıtıp, barışı kalıcı hale getirmek için geçmişe bir sünger çekmek dururken, şiddetin hüküm sürdüğü dönemi bir "altın çağ" olarak yad etmeye kalkmanın iyi niyet dışında bir açıklaması olmalı.

    "İlk kez" diyor, Ece Temelkuran "Kürt siyasetinin çelik gövdesi, dağılma ihtimalini düşünüyor." Stalinist şiddet yöntemleri ile herkese kan kusturanlar ne zaman "Kürt siyasetinin çelik gövdesi" oldular? Bu övgüyü ne zaman hak ettiler? Milliyet yazarının resmetmeye çalıştığı korku, şiddetin hüküm sürdüğü uzun yıllara değil, sona erdiği bugüne ait. İnsanlar insanlardan korkuyorlar. Niye? Çünkü "'Kürdistan olmadı, olmayacak' cümlesinin ardından bir moral çöküntüsü içinde insanlar." İnsanların korkması ile "Kürdistan olmadı"nın moral çöküntüsü, hiçbir zaman kurulamayacak bir sebep-sonuç ilişkisi içinde aynı cümlede yer alıyor. Anlayabildiğimiz tek şey, şiddet sona eriyor ve şiddetle bir şeyler elde etmenin peşinde olanlar hayal kırıklığı yaşıyor. Peki Milliyet'e ne oluyor? Çoktandır Sedat Ergin bambaşka bir yolda, tuhaf işler yapıyor;anlayamıyorum...

    Barışın ve huzurun gelmesinden kim korkar? Dağdakilerin yuvalarına dönmesinden, peşinde olduklarını siyasetin zengin dünyasında aramaktan kim korkar? Şiddetin sona ermesini, Kürt siyasetinin üzerindeki demir balyoz kalkınca çoğullaşmasını bir felaket tablosu olarak sunmak kimin aklına gelir?

    "Artık bölgede ortak akıl oluşmuş, kimse şiddet istemiyor" diye yazanlara, ara sokaklardakilerin "Ne özerkliği, biz ülkemizi istiyoruz" sözleri ile itiraz eden Ece Temelkuran kimi temsil ediyor? Milliyet gibi "merkez"e yerleşmiş bir gazetede bile olsa "kendi fikridir" diyerek bir gazetecinin şiddetin peşinden ağıt yakmasını, şiddet dönemlerine özlem duymasını önemsiz görebiliriz. Ama ortada başka bir amacın gezdiğini yazı kendisi anlatıyor. Bu şiddet nostaljisi, yavaş yavaş şekillenen bir siyasî projeye destek verme amacı taşıyor.

    Eşzamanlı olarak PKK-DTP çizgisi laik (hatta Kemalist) siyaset bayrağını yükseğe kaldırıyor. Sebep AK Parti'nin genel seçimlerde Kürt seçmen nezdinde kazandığı itibar ve güven. Bugün şiddeti sona erdiren en güçlü dinamiklerden biri AK Parti'nin bir Türkiye partisi olarak bölgeden aldığı destek. Türkiye'nin üniter ulus devlet yapısını devlet kurumları bile temsil edemezken neredeyse tek başına AK Parti, üstelik hükümette temsil ediyor. PKK'nın tasfiyesi sürecini başlatan da AK Parti olduğuna göre, PKK geniş bir anti-AK Parti koalisyonuna ihtiyaç duyuyor. Bu koalisyon tam da Ece Temelkuran'ın kurcaladığı gibi geniş bir "laikçi blok"a dönüşmeyi amaçlıyor.Yazı dizisinin temel argümanı, bu projeyi ele veriyor: "İslâmî kesim, Kürt siyasetini ele geçiriyor." AK Parti dışında "İslâmî kesim" kim? Toplumun dayanışma ve huzur arayışına önderlik ederek, bölgeye hizmet götürmek için gecesini gündüzüne katan cemaatler. Toplum, siyasetin içinden çıkılmaz hale getirdiği bir sorunu, yüzyıllardan beri kullandığı yöntemleri kullanarak çözüyor. Eğer laiklik diyorsanız, laik Batı'da da sorunlar bu şekilde çözülüyor. Bu cemaatler kim? Oralara okul, dershane ve yurt açanlar. Her şeyinden fedakârlıkta bulunanlar. Mesela, devletin yapamadığını yaparak bölgenin geri kalmışlığını yenmek üzere kâr amacının üzerine daha yüksek bir gaye yerleştirerek yatırım yapan işadamları. Ece Temelkuran'ın "İslâmcı kesim" diye mahkûm ettiği güç, bu toplumun yanlış devlet politikalarını bile düzeltecek sağduyu ve aklı temsil eden geleneksel dayanışma duygusundan başka bir şey değil. Türkiye "Kürt sorunu"nu işte bu güç ile çözüyor.

    Bu yerli ve yüzde yüz doğal gücün karşısına bir "laikçi koalisyon" ile çıkmaya kalkmak; Ece Temelkuran'ın yaptığı gibi artık yok olan şiddetin arkasından ağıt yakmakla mümkün. Yani tükettiğimiz şiddet karşımıza "laikçi bir maske" ile çıkıyor. Peki sahici mi? Laikliğe itibar kaybettirmekten başka bu proje işe yarar mı?


    18 Aralık 2007, Salı

    Ezberler bozulurken

    http://www.sabah.com.tr/2007/12/17/haber,1A9A6CCC0D304A32AA4F7D87CC7562FD.html

    Yavuz Donat , Sabah , 17.12.2007

    YAVUZ DONAT

    Ezberler bozulurken

    CUMA günü akşam yemeğinde, YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan "TBMM Başkanı ile görüşmesini" anlatırken...
    Araya girmiştik:
    - Hocam sizi en iyi Köksal Toptan anlar.
    - Gerçekten de öyle oldu... Nereden bildiniz?
    - Sık sık görüşün, iyi anlaşırsınız.
    - Doğru söylüyorsunuz... Öyle yapacağım.

    MORAL
    Dün Köksal Toptan'a dedik ki:
    - Sizinle konuşunca YÖK Başkanı'nın morali yükselmiş.
    - İlk kez yakın bir konuşma imkanı bulduk... Ben de moral kazandım.
    - Neler konuştunuz?
    - Eğitimi... Üniversiteyi.

    PROF. ÖZCAN BİR ŞANS
    Köksal Toptan:
    - Farklı bir YÖK Başkanı... Ezberleri bozan bir YÖK Başkanı.
    - Türkiye belki ona alışmakta biraz zorlanacak ama... Böyle bir kişiliğin YÖK'ün başında olması Türkiye için bir şans.
    - Ona, kendisini anlatması için biraz zaman tanınmalı.

    NEDEN?
    YÖK Başkanı katıldığı ilk "Üniversitelerarası kurul toplantısından" erken ayrıldı.
    Neden?
    Bu konuda "spekülasyonlar" oldu.
    Bazı rektörler "tepki gösterdiler."
    YÖK Başkanı "bu tepkilere nasıl bakıyor?"
    "Bu konuları" cuma akşamı Prof. Özcan'la konuşmuştuk.
    Ama "yazmamamızı rica etmişti."

    GEREKÇE
    Köksal Toptan'a sorduk:
    - YÖK Başkanı ile görüşmenizde bu konu da açıldı mı?
    - Evet... Ben sordum.
    - Hoca ne dedi?
    - Aynen şunları: Rektörler bu ülkenin değerli bilim adamları... Toplantı boyunca sürekli onların başında bulunmayı doğru bulmadım... Onlara karşı saygısızlık olur diye düşündüm... Kendime ve onlara duyduğum saygının gereği olarak, toplantıdan erken ayrıldım.

    ETEKTEKİ TAŞLAR
    YÖK Başkanı "bize de söylemişti."
    YÖK'ü, üniversiteleri "emir komuta zinciri içinde yürüyen bir yapı" olarak görmek istemiyor.
    Herkesin "rahatlamasını" istiyor.
    "Eteklerdeki taşların dökülmesini, önyargıların atılmasını" arzuluyor.

    FIRSAT
    Köksal Toptan:
    - Bugün YÖK'ün başında Prof. Özcan'ın bulunmasının, yüksek öğretim sistemi için önemli bir fırsat olduğunu düşünüyorum.
    - Hoca en çok özgürlüközerklik ekseninde dolaşıyor.
    - Bunu türbana indirgemek çok yanlış.
    - Özgür üniversite sloganı, eğer türbana monte edilirse büyük bir fırsat kaçırılır.
    - Bırakalım, üniversite kendi sorunlarını kendisi çözsün.

    BEYAZ SAYFA
    Prof. Özcan TBMM Başkanı'na demiş ki:
    - 8 yıldır YÖK ile hükümet sürtüşüyor... En büyük zararı da üniversite görüyor... Kavga ile nereye varabiliriz?
    Köksal beye sorduk:
    - Siz ne dediniz?
    - Size söylediklerimi... Üniversiteler bu ülkenin can damarları... Üniversiteleri artık günlük siyasetin ortasına atmayalım... Rahat bırakalım... Yeni ve beyaz bir sayfa açalım.

    Sunday, December 16, 2007

    İşte YÖK' ün yeni başkanı!

    http://www.yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=16.12.2007&y=NazmiyeYilmazPazar

    Nazmiye Yılmaz , Yeni Şafak , 16.12.2007


    Nazmiye Yılmaz
    nyilmaz@yenisafak.com.tr

    İşte YÖK' ün yeni başkanı !

    Bir haftadır takipteyim.

    Yeni YÖK başkanını izliyorum.

    Kameraların önünde yaptığı ilk açıklamayı, bugüne kadar vermiş olduğu demeçleri, hakkında yazılan çizilenleri…

    YÖK hafızamıza kazılı Kemal Gürüz ve Erdoğan Teziç portreleri bir yana pek çoğumuz için yeni bir sima Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan.

    Hakkında söylenenlere, yeni titriyle yaptığı ilk açıklamaya bakarsak ciddi ciddi farklı bir kişilik.

    Hayır, sadece üniversitelerde acımasız bir şekilde uygulanan başörtüsü yasağı hakkındaki görüşlerini kastetmiyorum.

    Nasıl desem yeni başkanın umut pompalayan bir havası var.

    Yasaklara karşı kesin tavrı, üstüne basa basa ortaya koyduğu özgürlükçü yanı…

    İnsanın gözünde yasaksız, uluslararası standartlarda eğitim veren bilim yuvası hayali bile beliriyor.

    Henüz erken biliyorum.

    Tanıma, notlama öyle bir haftalık izlemeyle olacak iş değil!

    Bekleyip görmek lazım.

    İtiraf etmeliyim şu arama tarama, tanımaya çalışma eyleminde en eğlenceli durak, onu yakından tanıyan öğrencilerinin Ekşi Sözlük'te anlattıklarıydı.

    Üşenmedim sizin için derledim.

    Sayfa, sütun, satırın yettiği kadar tabii!

    Buyurun size öğrencilerinin kaleminden “işte bu!” dedirten Yusuf Ziya Özcan tanımları;

    n ODTÜ sosyoloji hocası. Chicago doktoralı müthiş muhabbet insanı, pipo içicisi, metod dersi hocası.

    n Birçok öğrencisine dersle hiç ilgisi olmayan her tür konuda yardım etmek için ne kadar çabaladığını gördüğüm ve çok ama çok sevip saydığım iyi insan. İş arayanından sağlık sorunu olup da parası olmayana kadar bir sürü öğrenciye babalık ettiğini gördüğüm eli öpülesi hocadır.

  • Kadrolaşma, adam kayırma gibi söylentilerle hiç işi olmayacak insandır. Mevlana'nın ODTÜ şubesidir. Eski jargonla solcusundan sağcısına tüm öğrencilerine kapısı açıktır. Şimdiye kadar siyasal görüşünden ötürü hiç kimseyi kayırmışlığı yoktur. Bu kadar doğru düzgün bir adamın YÖK başkanı olması hayret vericidir, dumurdur, müthiştir. Sevgili hocamıza kolay gelsin...

  • İdeolojik olarak zıt kutuplarda olmamıza rağmen ideolojinin insan ilişkilerinin samimiyet ekseninde hiçbir öneminin olmadığını göstermiş kişidir kendisi. Üstün yetenekli bir akademisyen olması bir tarafa, gerçek bir eğitmendir. Aynı zamanda namusuna, doğruluğuna, tatlı-sert üslubuna ve zekasına hayran olmamak mümkün değildir.

  • AKP hükümetinin yaptığı en iyi atamadır. Biz öğrencileri “Cumhurbaşkanı olsun” derdik içimizden… olsun YÖK Başkanlığı da kabul.

  • Hocadan ders alan ve bir süre beraber çalışma şerefine erişmiş birisi olarak diyebilirim ki, YÖK başkanlığı için son derece olumlu bir kişidir. Benim hayatımda tanıdığım en iş bitirici, en üretken, en hoşgörülü ve en akıllı insanlardan bir tanesidir. Bazı arkadaşların ve bir kısım medyanın çekinceleri ve korkularını anlıyorum tabi ki. Laik ve Atatürkçü bir insan olarak ben de memlekette son zamanlarda yaşanan bazı şeylere kuşkuyla bakıyorum, politik gidişat hoşuma gitmiyor, ama şunu biliniz ki, daha önce de dendiği gibi Ziya hocanın kimseye eyvallahı yoktur. Politik bir gündemi yoktur.

  • Ülkemin ve eğitim sisteminin açık sözlü, objektif bakış açısına sahip insanları parmakla sayılırken, bize yeniden umut vermiş değerlerden biridir.

  • Adam gibi adamdır; karakterini soran arkadaşlara cevabım budur. Sorun atamada değil atandığı kurumdur; tartışılması gereken de budur. Bürokrat gömleği oturmaz üstüne Ziya hocanın, eğreti durur. Alemdeki her türlü dümenle tanışmış, her türlü dönemeçten geçmiştir gençliğinde. Oldukça hızlı bir hayat yaşamış, dünya nimetlerinin hepsinin tadına bakmıştır. Bizzat hayat hikayesi adamlığının kanıtıdır. Bir yandan DTCF'de okurken bir yandan da hayatını sürdürebilmek için minibüs şoförlüğü yapmış ve bütün bunları yaparken de Chicago School hayalleri kurarak sabahlara kadar İngilizce çalışmış

    ve yanlış hatırlamıyorsam burs için başvurduğu Harvard, Yale gibi okulların da arasında olduğu bir çok üniversiteden davet almış ama o kütüphaneden ödünç aldığı sosyoloji kitaplarının yayıncısı olduğu için aklına takılan, hayallerinin okuluna kapağı atmıştır. İdeolojik olarak bu kadar uzak olup, insanlığına

    bu kadar inandığım bir adam daha tanımadım şu hayatta.

  • Bundan sonra YÖK'ün ışıkları Cumartesi, Pazar geceleri de yanarsa kimse şaşırmasın. Bu Yusuf hoca haldır haldır çalışıyor demektir. Haa bu kadar yorumdan sonra açıklamakta fayda var, ben YÖK'e karşı mıyım? Evet… özgürlüklerin önüne koca bir set çeken YÖK'e sonuna kadar karşıyım. Zaten Yusuf hoca'nın öğrencisi olmak YÖK'e, baskıya, otoriteye karşı olmayı gerektirir.

    Öğrencileri böyle anlatıyor yeni YÖK başkanını.

    Üniversite defterini kapatalı neredeyse 20 yıl olacak ama insan gerçekten imreniyor.

    Hatta içimden şu geçiyor.

    Yusuf Ziya Hoca'nın öğrencisi olmak varmış!

  • Saturday, December 15, 2007

    ÇÖK Başkanı

    http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=101855,10,190

    Mehveş Evin , Akşam , 16.12.2007

    ÇÖK Başkanı

    mehves.evin@aksam.com.tr


    Göreve gelir gelmez, ‘yasaklar kalkacak’ diyen nurtopu gibi bir YÖK Başkanı’mız oldu. Herkesin aklı fikri türbanda, ama YÖK’ün ta kendisinin bir yasaklar kurumu olduğunu hatırlayan ve tartışan yok! Açın YÖK’ün internet sitesini, 1981 ‘Reformu’nun (evet, darbe değil reformmuş adı) nasıl bir ihtiyaçtan kaynaklandığını ve YÖK’ün görev tanımını okuyun... Sene 2007, biz hâlâ üniversiteleri bu kavramlara göre yönetiyoruz.

    Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, YÖK’ü lağvedecek değil elbette. Fakat ufukta köklü bir reform görünüyor. Rektörlerle yaptığı ilk toplantıda ‘Üniversiteler, rektörler kendi hallerine bırakılmalı. Bu, demokratik, bağımsız üniversite demektir. Bağımsızlıkla ilgili birçok fikrim var; idari, mali, bilimsel... Konu edilen yasaklar da kendi kendine ortadan kalkacaktır. Hiç kimse o işlerle (türban ve katsayı) uğraşmayacak’ demesi, ‘81 reformuyla’ pek alakası olmadığını gösteriyor.

    Bu arada Özcan, Başbakan’dan ilk etapta 5000 kişilik bir araştırmacı kadrosu ve mali sorunlar için jet onay aldı bile. İnsanın aklına şunlar takılıyor tabii: Neden bu ihtiyaç daha önce giderilmedi? Talep mi olmadı, yoksa hükümet-YÖK gerginliğinden bütçeler mi onaylanmadı? Peki söz konusu 5000 kişilik kadro, hangi kriterlere göre seçilecek?

    YERLERDE SÜRÜNÜYORUZ

    YÖK’ün yeni başkanının tek vizyonu yasakların kalkması değil, üniversitelerin asli görevi olan bilimselliğe ağırlık vermesi. Bizlerin de asıl tartışması gereken budur: ‘En önemlisi eğitim’ hamasetini bir yana bırakıp, gerçeklerle yüzleşelim bir zahmet. Bu, her şeyden daha önemli!

    OECD’nin ‘Bir Bakışta Eğitim 2007’ raporunda, Türkiye’de yükseköğretimden yararlanma imkanı, OECD üyesi 35 ülke arasında en düşük düzeyde olduğu çıktı. Bu oran Fransa’da yüzde 39, Yunanistan’da yüzde 25, Polonya’da yüzde 26 iken Türkiye’de yüzde 12. Yükseköğretimde öğrenci başına yapılan harcama açısından da OECD ülkeleri arasında en geride olan biziz.

    TİSK’in bir araştırmasında, beyin göçü veren 34 ülke arasında 24’üncüyüz. Başka bir deyişle, iyi eğitim gören her 100 kişiden 59’u kapağı yurtdışına atıyor. Giden de kolay kolay dönmüyor.

    YAZAR OLMAYA BENZEMEZ

    Prof. Özcan’a yöneltilen ‘deneyimi yetersiz, rektörlük bile yapmamış’ eleştirilerine katılmıyorum. Daha önceki YÖK Başkanları rektörlerden seçildi de ne oldu? Ayrıca bu seçimde hiyerarşik düzen farz mıdır?.. Bir başka eleştiri, Özcan’ın araştırma konularının ‘daldan dala’ olması ve 4 yıl önce profesörlüğe hak kazanması... Profesörlük kolay alınabilen bir ünvan değil, gazetede hop diye köşe yazarı veya bir şirkette hızla yükselip genç yaşta CEO olmaya benzemez. Farklı konularda araştırma yapması ise ancak bir zenginlik olarak değerlendirilebilir.

    YÖK Başkanlığı, Prof. Özcan ile ÇÖK (Çok Önemli Kurum) Başkanlığı’ndan biraz olsun çıkar ve eğitime gerçek bir katkı sağlarsa, pek çok korkumuzdan kurtuluruz.




    AKADEMİSYEN ÇİFT

  • Prof. Özcan’ı yeni görevine uğurlarken kendi halinde bir ev hanımı gibi görüntülenen karısı Prof. Kıvılcım Metin Özcan, ekonometri alanında saygın bir akademisyen. Özcan çifti, birlikte de araştırma yapmış. Yurtdışında yayınlanan makaleleri arasında ‘Türkiye’de Fakirlik ve Eşitsizliğin Ölçümü’ ve ‘Kentli Türkiye’de cinsiyet ve maaş farklılıları’ gibi çalışmalar var.

  • YÖK Başkanı’nın TÜBİTAK Başkan Yardımcısı, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu Bilim ve Danışma Kurulu Başkanı olmasını kaale alan var mı? Peki ya ‘Başörtüsü Yahudi geleneği’ diyen ‘aykırı ilahiyatçıya’ destek vermesini, kim eleştirecek?

  • Bunlara rağmen Cumhurbaşkanı Gül’ün bakkaldan seçer gibi özel mülakatla Prof. Özcan’ı seçmesi, “Başkan’ın adamı” imajını pekiştiriyor... Ve fakat, Erdoğan Teziç’i de eski Cumhurbaşkanı Sezer seçmemiş miydi?
  • Malezya geçmişim gururum

    http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=101855,10,190

    Akşam , 16.12.2007







    Malezya geçmişim gururum


    Göreve geldiği ilk günden itibaren yaptığı açıklamalarla yeni tartışmalar başlatan YÖK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya Özcan, içini AKŞAM’a döktü. “Bütün yasaklar kalkacak” ve “Fazla konuşma ipimizi çekerler” sözlerine de açıklık getiren Özcan, medyanın kendisini tanımadan eleştirilere başladığını belirterek, “Basın bu yazılanlarla 1-0 öne geçti ama ben çabuk sinirlenmem, sakinimdir” dedi.

    AÇIĞIMIZI ARIYORLAR

    Göreve geldiği 10 Aralık’tan bugüne hakkında çıkan eleştiriler üzerine konuşan Özcan, “Gazeteleri sabah gördüm. Benimle uğraşmaktan, saldırmaktan ne zaman vazgeçecekler bekliyorum. Hakkımda bir tane doğru cümle yazılsa dişimi kırarım. Ben Köksal Toptan ile görüşmemde ‘Herkes konuşma diyor. Hocam dikkat et ipini çekerler diyorlar. Cumhurbaşkanı, Başbakan bile aynısını söyledi’ dedim. Ama basın bunu nasıl yazmış Allah aşkına... Alışveriş yaptığım bakkal bile ‘Aman hocam, dikkatli olun konuşmayın’ diyor. Bir açığımızı bulmak için her şey yapılıyor” dedi.

    MALEZYA GURURUM

    Malezya konusunda çok fazla şeyin yazılıp çizildiğini belirten Özcan, “Ben Malezya’ya gitmekten şeref duyarım. Oradaki İslam Üniversitesi’ni Türkiye kurdu. Türkiye’nin gelişiminde çok büyük katkıları vardır. Ama kuruluşunda yer aldığımız bir üniversiteyi, devletin zamanında tanıdığı bir üniversiteyi bugün tanımıyoruz. Böyle saçma şey olmaz” diye konuştu.

    Göreve başlayalı 4 gün olmasına rağmen hakkında birçok şeyin ortaya atıldığını belirten Özcan, şöyle konuştu:

    YÖK CESARET İSTER

    “Ben daha yanımda çalışanların isimlerini yeni yeni öğrenmeye başladım. Beni daha tanımadınız, biraz bekleyin. Ben demokrat, sağlam bir insanım. Tanımadığın bir adamı karalamak bu kadar kolay olmamalı. Ben sabırlıyım ve zor sinirlenirim. Ama beni tanıyıp anlayacaksınız. Ben buraya gelmeden önce 30 kişinin arasından seçildim ve buranın ne kadar zor bir koltuk olduğunu biliyordum. Buraya gelmek cesaret ister. Varsa istekli olan gelsinler ben çekileyim.”




    MORALİM BOZULDU

    TÜRKİYE’DE konuşan öğretim üyeleri, yazarlar ve düşünürlerin konuştukları için hapse atıldığını hatırlatan Özcan, “Basın bunlarla uğraşsın, benimle değil. Ben serbest bir üniversite için bu koltuğa geldim. Bugüne kadar burada hiç aykırı ses çıkmamış, herkes ne konursa önüne onay vermiş. Bu mu bağımsızlık? Bundan sonra herkes istediğini söyleyecek. Ama bu konudaki açıklamalarım hep başka yerlere çekildi, moralim de bozuldu” dedi.


    Z. Kıvanç EL/ANKARA