Tuesday, July 17, 2007

Akademiye kitakse

Engin Ardic , Aksam , 09.07.2007

http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=83451,10,2



Akademiye kitakse


Türkiye’de Bilimler Akademisi diye bir yer varmış. TÜBA, Türkiye Bilimler Akademisi... Vallahi bilmiyordum, yeni öğrendim.

Bu akademi, Profesör Doktor Şerif Mardin’in üyeliğini, hem de üçüncü kez reddetmiş.

Oylamaya katılan sevgili Çiğdem Hocam (Prof. Dr. Çiğdem Kâğıtçıbaşı), “gerekçe gizlidir, açıklayamam” diyor ama uçan kuşlar bile duydular:

Gerekçesi, “Said-i Nursi” üzerine araştırma yapmış olması...

Hayır canım, “nurculuk” etmiş falan değil, Fethullah Hocaefendi Hazretleri’ne de çalışmıyor; yalnızca “nedir bu” diye merak etmiş, araştırmış. Adam koskoca profesör, sosyal bilimci, bunu araştırmayacak da ayak parmakları arasında oluşan mayasılın tedavisinde kortizon kullanımının olumlu ve olumsuz yan etkileri üzerinde mi çalışacak bilim adamı sayılması için?

Bakın ne diyor: “Benim işim, toplumu belirleyen olguların arkasındaki dünyayı incelemek. Din de bu olguların en önemlisi. Doğal olarak aynı şey tarikatler ve cemaatler için de geçerli. Türkiye’de Nakşıbendiliği bilmeyen Türkiye’den bir şey anlamaz.”

Yahu bunu Zülfü Livaneli bile anladı da bürokrat ruhlu politikacılarımız anlamıyorlar... Onun için de her seçimde babayı alıyorlar.

Fakat hayır, “objektif” bir yaklaşımla araştırmak bile makbul sayılmıyor.

Karşı çıkacaksın, ama öğrenip üzerinde düşünerek değil, büyüklerin sana öyle emrettikleri için karşı çıkacaksın. Fazla kurcalamadan.

Hani hayatta en hakiki mürşit ilimdi ulan? Atatürk öyle dememiş miydi?

Hayır, bu ülkede Atatürk’ün en büyük düşmanları, hep söylerim, Atatürkçü geçinenler.

Şerif Hoca yatsın kalsın dua etsin, İsmail Beşikçi’ye yaptıkları gibi içeri de tıkabilirlerdi... Atatürk’e “adam” dediği için hayatı karartılan İzmirli profesör gibi kalp spazmı da geçirebilirdi...

Anladınız, Şerif Mardin benim hocamdır.

Sempatik bir adam değildir. Kendisini pek sevdiğim söylenemez. Buz mavisiyle çelik grisi arası gözleri bana hep Sir Laurence Olivier’nin “Marathon Man” filminde oynadığı Nazi doktoru hatırlatırdı...

Robert College Yüksek Okulu Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni dönüşmüştü, ne yapacağımızı bilemiyorduk, kendimize bir yol çizemiyorduk; Şerif Hoca geldi ve Sosyal Bilimler Bölümü’nü kurdu, biz de oranın ilk mezunları olduk. Aradan otuz yıldan fazla zaman geçti. Şerif Hoca o bölümü açmasaydı, bendeniz şimdi büyük bir ihtimalle bir holdingin genel koordinatörü ve de mutsuzluktan alkolik olmuş bir kayıptım. Beni “elim bir ziya” olmaktan o kurtardı.

O zamanlar “Türkiye’de alevilik olgusu” üzerine çalışıyordu, biz de “bu adam bu konuyu niçin kurcalıyor” diye şaşıyorduk, hatta şaka yollu “CIA ajanı” olduğu söylentisi bile çıkmıştı; sonra okulu bitirdik, günün birinde Kahramanmaraş olayları patlak verdi, Hanya’yı Konya’yı o zaman anladık.

Kendisine bayılmam, ama “akademik özgürlüğünü” sonuna kadar savunurum.

Bu özgürlük elbette 12 Eylül düzeninin kurduğu “yüksek lise” zavallılığına sekiz numara büyük gelecektir, uymayacaktır. Uymasın.

Böyle bir ülkede akademiye alınmak değil, alınmamak Şerif Hoca’nın onurudur. Hiç üzülmesin. (Bu olayın, Stanford’da ders veren adamın bilmemneresinde olduğunu da hiç sanmıyorum ya... Burada akademi üyesi olacağına Stanford Üniversitesi’nin çayocağını işlet, daha iyi...)

Demek araştırmak, öğrenmek yasak ha... Demek karşı çıkmak için bile merak etmek tu kaka... Demek düşmanını tanımaya çalışmak bile suç... Demek bombalamak amacıyla PKK mevzilerini saptamaya çalışan komutanı bile mahkemeye vereceksiniz neredeyse!... Kürtçe öğrenen MİT ajanlarımızı ne zaman emekliye sevkedeceksinz?

1971 tutuklamalarında bir aydının evi basılır, kitapları falan topluyorlar, adamı da götürecekler... Adam demiş ki, “yahu benden ne istiyorsunuz, ben antikomünistim!”

Görevli şöyle bir bakmış, “farketmez,” demiş, “biz komünizmin her türlüsüne karşıyız!”

Gönül isterdi ki, her ne kadar göstermelik de olsa kapısında Türkiye Bilimler Akademisi yazan bir kuruluş, 12 Mart görevlilerinden iki gömlek ileride olsun...

No comments: