Tuesday, July 17, 2007

Mitingçi rektör öğrencileri savaşa çağırdı

Zaman , 08 Temmuz 2007, Pazar

www.zaman.com.tr



Mitingçi rektör öğrencileri savaşa çağırdı


Cumhurbaşkanlığı tartışmalarının yaşandığı günlerde Ankara'da düzenlenecek olan Cumhuriyet Mitingi'ne öğrencileri götürmek için o tarihteki sınavları erteleyen ve ücretsiz 20 otobüs kaldıran İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, üniversitesinin mezuniyet töreninde öğrencileri bu kez savaşa davet etti.

Rektör Hilmioğlu, gençlere hitaben yaptığı konuşmada, ulus olarak "Ne mutlu Türküm" demekten onur duyanlarla "Türkiyeliyim" diyenlerin savaşması gerektiğini savunarak, "Ulus olarak bir savaşın verilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu savaş, emperyalizm ile bağımsızlık düşüncesinin savaşıdır. Bu savaş, sömürgeci güçlerin taşeronu bölücülük ve irticaya karşı ulus birliğini ve laikliği savunan Cumhuriyetçilerin savaşıdır. Bu savaş, 'Ne mutlu Türküm' diyebilenler ile bunu diyemeyenlerin savaşıdır. Bu savaş, 'Türküm' demekten onur duyanlarla, bunu diyemeyip 'Türkiyeliyim' diyenlerin savaşıdır. Bu savaş, 'Lozan' ile 'Sevr'in savaşıdır.'' dedi.

Öğrencilere, Mustafa Kemal Atatürk'ün ''Sözkonusu vatansa gerisi teferruattır'' sözlerini hatırlatan Hilmioğlu, "Bugün sözkonusu olan sadece vatandır. Ülkemizin içinde bulunduğu bu durumu doğru bir şekilde görmek, anlamak, algılamak ve gereğinde ülkemiz uğruna yaşamınız pahasına da olsa her tür mücadeleyi vermek zorundasınız. Ülkemizin içinde bulunduğu bu durum, geleceğinize yönelik bütün bireysel kaygılarınızı artık önemsiz kılmaktadır. Yaşadığımız dönem Osmanlı İmparatorluğu'nun varlığının resmi olarak bittiği 1918 öncesi süreçten hiç de farklı değildir. Çözüm yine tarihimizde saklıdır. Çözüm 1919'da Atatürk'ün Samsun'da başlattığı milli mücadele ruhundadır.'' diye konuştu.

Hilmioğlu, yaptığı konuşmada ''sömürgeci dış güçlerin ve onların ülkedeki siyasi ve ekonomik işbirlikçilerinin'' ülkeyi parçalamaya yönelik uygulamakta olduğu planların ülke sınırlarını ciddi olarak tehdit eder boyuta geldiğini savunarak, bu tehditlere karşı ulus olarak bir savaşın verilmesinin zorunlu olduğunu kaydetti.

Rektör Hilmioğlu, ''Etnik ayrılıkçı terör örgütüne sözde uygar ülkeler tarafından on yıllardır her tür yardım ve yataklık yapılmaktadır. Hergün birkaç erimiz veya subayımızın şehit olduğu bu günlerde teröre karşı etkin hiçbir siyasal kararın alınmadığını tarih kaydetmektedir. Bu siyasal ihanetin hesabı elbet bir gün tarih önünde verilecektir. Sevgili gençler, sömürgeci dış güçlerin ve onların ülkemiz içerisindeki siyasi ve ekonomik işbirlikçilerinin, ülkemizi parçalamaya yönelik olarak on yıllardır uygulamakta olduğu bu planlar artık ulusal birliğimizi, bağımsızlığımızı ve sınırlarımızı ciddi olarak tehdit eder boyutlara ulaşmıştır." şeklinde konuştu.

cihan

------------------------------------------------------------------------------

Zaman ,



Rektör Hilmioğlu'ndan savaş çığırtkanlığı


Cumhurbaşkanlığı tartışmalarının yaşandığı günlerde İstanbul Çağlayan Meydanı'nda düzenlenecek mitinge öğrencileri götürmek için o tarihteki sınavları erteleyen ve ücretsiz 20 otobüs kaldıran İnönü Üniversitesi (İÜ) Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu, üniversitesinin mezuniyet töreninde öğrencileri bu kez savaşa davet etti.

Rektör Hilmioğlu, gençlere hitaben yaptığı konuşmada, ulus olarak 'Ne mutlu Türk'üm' demekten onur duyanlarla 'Türkiyeliyim' diyenlerin savaşması gerektiğini savunarak, "Ulus olarak bir savaşın verilmesi zorunlu hale gelmiştir. Bu savaş, emperyalizm ile bağımsızlık düşüncesinin savaşıdır. Bu savaş, sömürgeci güçlerin taşeronu bölücülük ve irticaya karşı ulus birliğini ve laikliği savunan Cumhuriyetçilerin savaşıdır. Bu savaş, 'Ne mutlu Türk'üm' diyebilenler ile bunu diyemeyenlerin savaşıdır. Bu savaş, 'Türk'üm' demekten onur duyanlarla, bunu diyemeyip 'Türkiyeliyim' diyenlerin savaşıdır. Bu savaş, 'Lozan' ile 'Sevr'in savaşıdır." dedi.

Ferhat Çakmak, Malatya, Cihan

----------------------------------------------------------------------------------

Savaşa çağrı metni :

http://www.inonu.edu.tr/gunluk/?p=816
--------------------------------------
•Bu savaş; “Ne Mutlu Türküm”
diyebilenler ile bunu diyemeyenlerin
savaşıdır.
•Bu savaş; “Türküm” demekten onur
duyanlarla, bunu diyemeyip “Türkiyeliyim”
diyenlerin savaşıdır.
-----------------------------------------
Sevgili Gençler,
Sömürgeci dış güçlerin ve onların Ülkemiz
içerisindeki siyasi ve ekonomik iş
birlikçilerinin, Ülkemizi parçalamaya yönelik
olarak on yıllardır uygulamakta olduğu bu
planlar; artık ulusal birliğimizi,
bağımsızlığımızı ve sınırlarımızı
ciddi olarak tehdit eder boyutlara
ulaşmıştır. Bu tehditlere karşı artık ulus
olarak bir savaşın verilmesi zorunlu hale
gelmiştir.

Bu savaş neyin savaşıdır?
•Bu savaş; emperyalizm ile bağımsızlık
düşüncesinin savaşıdır.
•Bu savaş; sömürgeci güçlerin taşeronu
bölücülük ve irticaya karşı ulus birliğini
ve laikliği savunan Cumhuriyetçilerin
savaşıdır.
•Bu savaş; “Ne Mutlu Türküm”
diyebilenler ile bunu diyemeyenlerin
savaşıdır.
•Bu savaş; “Türküm” demekten onur
duyanlarla, bunu diyemeyip “Türkiyeliyim”
diyenlerin savaşıdır.
•Bu savaş; şehitleri bağrına basanlarla,
bunlara utanmazca iğrenç sıfatları
yakıştıranların savaşıdır.
•Bu savaş; vatan toprağını kutsal
bilenlerle, vatan toprağını satanların
savaşıdır.
•Bu savaş; Türk Milletinin iradesini kutsal
bilenlerle, başka ülkelerden emir alanların
savaşıdır.
•Bu savaş; yaşadığımız coğrafyada
bağımsız, çağdaş ve onurlu bir ulus olarak
yaşamak isteyen ATATÜRKÇÜ Düşünce ile,
kendi çıkarlarını her türlü ulusal
çıkarın üstünde tutan Damat Ferit
zihniyetinin savaşıdır.
•Bu savaş; “Lozan” ile “Sevr”in
savaşıdır.
•Özetle bu savaş ulus olarak “var olma”
ya da “yok olma” savaşıdır.
--------------------------------------
“Söz Konusu Vatansa Gerisi Teferruattır.”
Ve bugün de söz konusu olan sadece vatandır.
--------------------------------------

İdeolojik denklik yönetmeliği

Ankara Barosu: YÖK'ün denklik yönetmeliği
bilimsel değil, ideolojik

Ankara Barosu Başkanı avukat Ahsen
Coşar, yurtdışından
alınan diplomaların denkliğiyle
ilgili yeni düzenlemenin bilimsel ve
objektiflikten uzak olduğunu söyledi.

Coşar, denklikle ilgili düzenlemenin
evrensel değerlere göre yapılması
gerektiğini vurgularken, "Oysaki, denklikle
ilgili olarak getirilen ölçütler; evrensel
değil, yerel ve hatta milliyetçi, akademik
yönden tarafsız değil, aksine
ideolojik, özgürlükçü değil kural koyucu ve
öyle olduğu için de
kısıtlayıcı ve
sınırlayıcı, bilimsel ve
objektif değil görecelidir." dedi. Getirilen
yeni kıstasların Harvard ve Oxford gibi
marka üniversitelerin diplomalarının
bile denklik gerekçesiyle reddini
gerektirebileceğini belirten Ahsen
Coşar, düzenlemeye Ankara Barosu olarak
karşı olduklarını bildirdi.

Yurtdışından alınan
diplomaların denkliğine yönelik olarak
bir disiplin getirilmesi ve denkliğin
kabulünün kimi objektif ilke ve ölçütlere
bağlanmasının zorunlu
olduğunu kaydeden Baro Başkanı,
"Denklikle ilgili olarak öngörülecek
ölçütlerin
evrensel değerlere uygun ve objektif
olması, eğitimin bilimsel
içeriğini ve kalitesini göz önüne
alması, akademik eğitimi
siyasallaştırmaması, bilim
özgürlüğünü kısıtlamaması,
bilimsel araştırma etiğine uygun
bulunması gerekir." dedi.

Ahsen Coşar, baro olarak tepkilerinin
gerekçesini şöyle özetledi:
"Yükseköğretim Kurulu'nun denklik ölçütleri
'Atatürk milliyetçiliği', 'Türk olmanın
şeref ve mutluluğu', 'Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'ne karşı görev ve
sorumluluklarını bilmek ve bunları
davranış haline getirmek', 'milli
kültüre, Türk örf ve âdetlerine aykırı
olmamak' gibi yerel siyasi ölçütlerdir.
Oysaki,
denklikle ilgili olarak getirilen ölçütler;
evrensel değil yerel ve hatta milliyetçi,
akademik yönden tarafsız değil aksine
ideolojik, özgürlükçü değil kural koyucu ve
öyle olduğu için de
kısıtlayıcı ve
sınırlayıcı, bilimsel ve
objektif değil görecelidir."

'Kendisi olmak'la 'dünyalı olmanın'
birbirinden kopuk, biri diğerine düşman
kavramlar olmadığını, aksine
birisi için ötekinin mutlaka gerekli
olduğunu anlatan Baro Başkanı,
"'Kendisi olarak kalmak' adına dünyaya
sırt dönmek ya da 'dünyalı olmak'
adına kendi yerel değerlerini, kültürel
değerlerini yadsımak yanlış
yerlere savrulmaktır." dedi. Coşar,
dünyanın önceden tasarlanmış bir
geleceğe doğru gitmediğini ifade
ederek, özgürlüklerin genişletilmesini
savunarak sözlerini şu ifadelerle
tamamladı: "Böyle bir dünyada hak
ettiğimiz yeri, ancak ve ancak 'kendimiz
olma' talebiyle, 'dünyalı olma' hedefi
arasında bir sentez kurarak,
özgürlüklerimize sahip çıkarak,
özgürlüklerimizin sınırlarını
genişleterek, geleceğin
belirsizliğini korku olmaktan
çıkartıp evrensel ve uygar
değerlerle örtüşen bir tercihe
dönüştürerek kazanabiliriz."

YÖK'ün, 11 Mayıs 2007 tarihli Resmi
Gazete'de yayımladığı
'Yurtdışı Yükseköğretim
Kurumları Denklik Yönetmeliği',
başta Bahçeşehir Üniversitesi Rektör
Yardımcısı Prof. Dr. Eser
Karakaş olmak üzere akademisyenler,
eğitimciler ve sivil toplum örgütlerinin
tepkisini çekmişti.

08 Haziran 2007, Cuma

Akademiye kitakse

Engin Ardic , Aksam , 09.07.2007

http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=83451,10,2



Akademiye kitakse


Türkiye’de Bilimler Akademisi diye bir yer varmış. TÜBA, Türkiye Bilimler Akademisi... Vallahi bilmiyordum, yeni öğrendim.

Bu akademi, Profesör Doktor Şerif Mardin’in üyeliğini, hem de üçüncü kez reddetmiş.

Oylamaya katılan sevgili Çiğdem Hocam (Prof. Dr. Çiğdem Kâğıtçıbaşı), “gerekçe gizlidir, açıklayamam” diyor ama uçan kuşlar bile duydular:

Gerekçesi, “Said-i Nursi” üzerine araştırma yapmış olması...

Hayır canım, “nurculuk” etmiş falan değil, Fethullah Hocaefendi Hazretleri’ne de çalışmıyor; yalnızca “nedir bu” diye merak etmiş, araştırmış. Adam koskoca profesör, sosyal bilimci, bunu araştırmayacak da ayak parmakları arasında oluşan mayasılın tedavisinde kortizon kullanımının olumlu ve olumsuz yan etkileri üzerinde mi çalışacak bilim adamı sayılması için?

Bakın ne diyor: “Benim işim, toplumu belirleyen olguların arkasındaki dünyayı incelemek. Din de bu olguların en önemlisi. Doğal olarak aynı şey tarikatler ve cemaatler için de geçerli. Türkiye’de Nakşıbendiliği bilmeyen Türkiye’den bir şey anlamaz.”

Yahu bunu Zülfü Livaneli bile anladı da bürokrat ruhlu politikacılarımız anlamıyorlar... Onun için de her seçimde babayı alıyorlar.

Fakat hayır, “objektif” bir yaklaşımla araştırmak bile makbul sayılmıyor.

Karşı çıkacaksın, ama öğrenip üzerinde düşünerek değil, büyüklerin sana öyle emrettikleri için karşı çıkacaksın. Fazla kurcalamadan.

Hani hayatta en hakiki mürşit ilimdi ulan? Atatürk öyle dememiş miydi?

Hayır, bu ülkede Atatürk’ün en büyük düşmanları, hep söylerim, Atatürkçü geçinenler.

Şerif Hoca yatsın kalsın dua etsin, İsmail Beşikçi’ye yaptıkları gibi içeri de tıkabilirlerdi... Atatürk’e “adam” dediği için hayatı karartılan İzmirli profesör gibi kalp spazmı da geçirebilirdi...

Anladınız, Şerif Mardin benim hocamdır.

Sempatik bir adam değildir. Kendisini pek sevdiğim söylenemez. Buz mavisiyle çelik grisi arası gözleri bana hep Sir Laurence Olivier’nin “Marathon Man” filminde oynadığı Nazi doktoru hatırlatırdı...

Robert College Yüksek Okulu Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni dönüşmüştü, ne yapacağımızı bilemiyorduk, kendimize bir yol çizemiyorduk; Şerif Hoca geldi ve Sosyal Bilimler Bölümü’nü kurdu, biz de oranın ilk mezunları olduk. Aradan otuz yıldan fazla zaman geçti. Şerif Hoca o bölümü açmasaydı, bendeniz şimdi büyük bir ihtimalle bir holdingin genel koordinatörü ve de mutsuzluktan alkolik olmuş bir kayıptım. Beni “elim bir ziya” olmaktan o kurtardı.

O zamanlar “Türkiye’de alevilik olgusu” üzerine çalışıyordu, biz de “bu adam bu konuyu niçin kurcalıyor” diye şaşıyorduk, hatta şaka yollu “CIA ajanı” olduğu söylentisi bile çıkmıştı; sonra okulu bitirdik, günün birinde Kahramanmaraş olayları patlak verdi, Hanya’yı Konya’yı o zaman anladık.

Kendisine bayılmam, ama “akademik özgürlüğünü” sonuna kadar savunurum.

Bu özgürlük elbette 12 Eylül düzeninin kurduğu “yüksek lise” zavallılığına sekiz numara büyük gelecektir, uymayacaktır. Uymasın.

Böyle bir ülkede akademiye alınmak değil, alınmamak Şerif Hoca’nın onurudur. Hiç üzülmesin. (Bu olayın, Stanford’da ders veren adamın bilmemneresinde olduğunu da hiç sanmıyorum ya... Burada akademi üyesi olacağına Stanford Üniversitesi’nin çayocağını işlet, daha iyi...)

Demek araştırmak, öğrenmek yasak ha... Demek karşı çıkmak için bile merak etmek tu kaka... Demek düşmanını tanımaya çalışmak bile suç... Demek bombalamak amacıyla PKK mevzilerini saptamaya çalışan komutanı bile mahkemeye vereceksiniz neredeyse!... Kürtçe öğrenen MİT ajanlarımızı ne zaman emekliye sevkedeceksinz?

1971 tutuklamalarında bir aydının evi basılır, kitapları falan topluyorlar, adamı da götürecekler... Adam demiş ki, “yahu benden ne istiyorsunuz, ben antikomünistim!”

Görevli şöyle bir bakmış, “farketmez,” demiş, “biz komünizmin her türlüsüne karşıyız!”

Gönül isterdi ki, her ne kadar göstermelik de olsa kapısında Türkiye Bilimler Akademisi yazan bir kuruluş, 12 Mart görevlilerinden iki gömlek ileride olsun...

Yasa dışı eylemlere hiç çekinmeden balıklama atlayan...

Mehmet Altan , Gazetem , 16 Temmuz 2007, Pazartesi

http://www.gazetem.net/haberanaliz.asp


Bu rektör yargılanacak mı?

Yüz kırk bin gencimizi öldürerek Yunanistan’ı fethetmemizi öneren Kemal Alemdaroğlu İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nden nasıl alınmıştı?

Yükseköğretim Kurulu (YÖK) kararı ve Cumhurbaşkanı'nın onayıyla ....

Eski rektör ne yaptı?

İdari mahkemeye gitti.

İdari mahkeme ne dedi?

Rektörü haksız buldu..

Hangi mahkeme?

İstanbul 6. İdare Mahkemesi.

Kemal Alemdaroğlu, 6. İdare mahkemesi kararına karşı Danıştay’a başvurmuştu..

* * *

Baktım...

İstanbul 6. İdare Mahkemesi'nin aleyhine verdiği karara itiraz eden Alemdaroğlu, Danıştay'a yaptığı itiraz başvurusunu da kaybetmiş..

Alemdaroğlu'nun temyizini görüşen Danıştay 8. Dairesi oybirliği ile İdare Mahkemesi’nin kararını uygun bularak onamış… Aynı daire, Alemdaroğlu'nun İdare Mahkemesi kararının “yürütmesinin durdurulması” isteğini de reddetmişti.

Böylece...

Alemdaroğlu'nun “Anayasa ve yasa hükümlerini hiçe saydığı”na dikkat çekmişti.

* * *

Eski rektör "mahkeme kararlarını" uygulamadığı için azledilmişti.

Şimdi bu durum bir kez de Danıştay kararı ile kesinleşti.

"Mahkeme kararını uygulamamak" bildiğim kadarı ile bir suç.

Ancak bugüne kadar eski rektörün bu suçtan yargılanıp yargılanmadığını, yargılandıysa ceza alıp almadığını, aldıysa cezasını çekip çekmediğini bir bilene rastlamadım.

* * *

Alemdaroğlu, mahkeme kararlarını uygulamadığı için görevden alındı..

Ama bir de hakkında yolsuzluk iddiaları var.

Ne var ki bu yolsuzluk iddialarının araştırılması, mahkeme önünde görüşülmesi YÖK’ün iznine bağlı.

YÖK buna nedense izin vermedi.

YÖK’ün eski rektörle ilgili yolsuzluk iddialarının araştırılmasının önünü kesti.

Buna karşı yapılan itiraz da Danıştay 1. Dairesi'nin üç üyesi sayesinde duvara çarptı.

* * *

İddianame yazdığı için Van Savcısını bir gecede meslekten atan sistemin, azledilen eski bir rektöre ait yolsuzluk iddialarında koruyucu bir kalkan vazifesi gördüğünü bir kez daha söylemiştim.

Yolsuzluk iddilarıyla ilgili gelişmeleri detaylarıyla bir kez daha hatırlatayım.

Azledilen rektörle ilgili hacimli yolsuzluk iddiaları İstanbul Başsavcılığı'nca 19 Aralık 2003'te, dava izni alabilmek amacıyla YÖK'e gönderilmiş. YÖK, bu taleple ilgili olarak on ay boyunca kulağının üzerine yatmış. 5 Ekim 2004'te ise "soruşturmaya gerek olmadığını" belirten cevabını İstanbul Cumhuriyet Savcılığı'na bildirmiş.

Yolsuzluk iddialarının ısrarcı takipçisi Prof. Dr. Celal Erçıkan, YÖK'ün bu kararına karşı 19 Eylül 2005'te dava açmış.

Dava dosyası Danıştay 1. Dairesi'ne gönderilmiş. Danıştay 1. Dairesi davayı 9 Mart 2006'da sonuçlandırmış. Daire Başkanı Yılmaz Çimen ve üye Hüseyin Karakullukçu'nun muhalefetine rağmen üç üyenin oyu ile YÖK kararını onaylamış.

Azledilen eski rektörü yargı önünde hesap vermekten kurtaran YÖK tasarrufuna onay veren üç üyenin 9 Mart 2006 tarih ve 2006/291 sayılı "oluruna" karşı muhalefet şerhi yazan üyelerin çok önemli itirazları var.

* * *

O itirazları da hatırlatalım..

"Ciddi suç" iddialarına rağmen üniversite yöneticisinin yargılanmasını önleyen YÖK'ü eleştiren iki Danıştay üyesi, konuyla ilgili ciddi hiçbir araştırma yapılmadığını da muhalefet şerhine koymuş.

Bazı iddialarla ilgili ise azledilen rektör "kendi kendini" aklamış.

Muhalefet şerhinde daha da vahim bir hatırlatma var.

Daha önce Danıştay 8. Dairesi, YÖK işlemlerinin "idari karar" olduğuna dair bir içtihat yayınlamış. Azledilen rektörün yargılanmasını engelleyen idari bir kararın, Danıştay'ın üç üyesi tarafından onaylanması bu açıdan da eleştiriliyor.

İdari bir kararın hukuksal denetimi önlendiği vakit "hukuk devleti" olmaktan çıkıyorsunuz çünkü...

* * *

Nereden bakılırsa bakılsın bu azledilen rektör olayında hukuk açısından ortada garip bir durum var.

Kararları "idari karar" sayılan YÖK, hukuksal bir yargı sürecini hangi gerekçeyle önlüyor?

Daha önce YÖK'ün engeline rağmen on ayrı örnekte yargı yolunu açtığı halde Danıştay bu örnekte neden daha önceki kararlarının tersine karar alıyor?

Ve idari kararların yargısal olarak denetlenmediği bir ülkeye "hukuk devleti" denir mi?

* * *

Şimdi yeni bir aşamayla karşı karşıyayız...

Çok ciddi argümanlara dayalı bir muhalefet şerhine rağmen yolsuzluk iddialarının önünü kesen Danıştay, bu kez rektörün suç işlediğine kanaat getirmiş gözükmekte.

Danıştay ne diyor?

Rektörün yasaları tanımadığını ve suç işlediğini söylüyor..

Bakalım şimdi ne olacak?

Yolsuzluk iddiaları gibi bu mesele de uykuya mı yatacak,yoksa yargı gereğini yapacak mı?

* * *

Kamu yetkilerini fütursuzca kullanan.......

Yasa dışı eylemlere hiç çekinmeden balıklama atlayan...

Kendi kişisel düşüncelerine göre kamu personeline tavır takınan zihniyetin hukuksal zemine gelerek ehlileşmesi kuralların işletilmesine bağlı..

Hukuk devleti olmanın gereği de bu zaten..