Friday, August 31, 2007

Şerif Mardin

http://www.haberx.com/n/1032429/engin-ardictan-sonra-emre-akoz.htm



Engin Ardıç'tan sonra Emre Aköz de Şerif Mardin'e destek verdi...
10.07.2007, 10:19












Türkiye Bilimler Akademisi ( TÜBA ), Prof. Şerif Mardin'in üyeliğini üçüncü kez reddetti. Bu bir skandaldir! Nedenini anlatayım...

Emre Aköz-SABAH

Kemalist bilim anlayışı

Türkiye Bilimler Akademisi ( TÜBA ), Prof. Şerif Mardin'in üyeliğini üçüncü kez reddetti. Bu bir skandaldir! Nedenini anlatayım...
Türkiye'dekileri bir yana bırakın... Tarihçi, sosyolog ya da siyaset bilimci: ABD'den Japonya'ya, İngiltere'den Mısır'a, Osmanlı-Türk toplumuyla ilgilenen herhangi bir sosyal bilimciye sorun... İstisnasız tümü Prof. Mardin'i tanır. Mutlaka ama mutlaka onun da kitaplarını, makalelerini okumuştur.
Çünkü Şerif Mardin'in eserlerini bilmeyene, ona atıf yapmayana, onunla hesaplaşmayana doktora derecesi verilmez; "evladım, öğren de gel" denir.
Peki bugün 80 yaşında olan Şerif Mardin niye TÜBA'ya kabul edilmiyor?
Nedeni şu: Aklı başında her sosyal bilimci gibi, Şerif Mardin de, " dinin toplumdaki yerini anlamadan o toplumu anlayamayız " diye düşünüyor.
Bu temel fikirden hareketle Prof. Mardin, Nur Cemaati'nin kurucusu Said Nursi üzerine yıllarca çalıştıktan sonra çok önemli bir kitap yazdı.
Kitap önce İngilizce olarak 1989'da ABD'de yayınlandı. Daha sonra, " Bediüzzaman Said Nursi Olayı: Modern Türkiye'de Din ve Toplumsal Değişme " adıyla Türkçe'ye çevrildi (İletişim Yayınları.)
Ayrıca dintoplum ve dinsiyaset ilişkisini inceleyen (mesela Nakşibendilik üzerine) sürüyle makale kaleme aldı.
Kemalist-Atatürkçü-laikçi bilim insanları, özellikle bu kitap nedeniyle Prof. Mardin'i hiç affetmedi. Niye? Nasıl bir akıl yürütmeyle böyle bir tavır aldılar?
Ben o zihniyetin nasıl çalıştığını yıllar önce, Prof. Nermin Abadan Unat'ın, Milliyet'te yayınlanan bir yazısını okuduğumda anlamıştım.
O sıralar Prof. Nilüfer Göle, türbanlı kızlar üzerine çalışmalar yürütüyordu. Prof. Unat bu işe fena halde bozulmuştu. Şöyle yazıyordu: " Türbanlılar üzerine araştırma yapmak, onları meşrulaştırır. "
Bunu diyenler, üniversitenin boş buldukları her duvarına Atatürk'ün " Hayatta en hakiki mürşit ilimdir " sözünü yazanlar.
Peki bilimin en hakiki "mürşit", yani "yol gösterici" olduğuna inanıyorlar mı? Bu temel fikri kabul ediyorlar mı?
Hayır! Asla inanmıyorlar.
Peki neye inanıyorlar?
Neyi savunuyorlar?
Onların gerçek sloganları şu: " En hakiki yol gösterici biziz!"
Yani diyorlar ki: " Bilimi kim temsil ediyor? Biz... O halde en hakiki yol gösterici biziz. "
Peki bu yol gösterme işinin nasıl yapıldığını merak ediyor musunuz?
İşte iki örnek; biri eski, diğeri yeni:
- Halkın oyuyla işbaşına gelmiş hükümet, 27 Mayıs 1960'ta askeri darbeyle devrildiğinde, koşa koşa Ankara'ya giderek, " Hiç merak etmeyin, bu yaptığınız hukuka uygundur " fetvasını kim verdi? Üniversite hocaları.
- Cumhurbaşkanlığı seçiminde 367 komikliği ortaya atılınca bunun en hararetli destekleyicisi kimler oldu: YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç
ve onun arkasına dizilen rektörler.
Onlar öyle de, bürokratik elitin diğer simaları farklı mı?
28 Şubat ( 1997 ) sürecinde Genelkurmay İkinci Başkanı Org. Çevik Bir, türbanlılar konusunda atıp tutuyordu. Söylediklerinin toplumsal araştırmalara uymadığı kendisine hatırlatıldığında şöyle demişti: " Sosyolojinin kararlılığımızı engellemesine kesinlikle izin vermeyeceğiz. "
Türkiye öyle bir ülke ki... Onca tartışmaya rağmen arabesk hakkında ilk ciddi akademik araştırma bu müziğin doğuşundan 20 yıl sonra yapıldı.
Türkiye öyle bir ülke ki... En önemli toplumsal ve siyasal sorunu olan ve 23 yıldır terör biçiminde devam eden Kürt meselesinin üniversitede serbestçe araştırılması zımnen yasaktır.
Yazının başında Prof. Mardin'in reddinin "bir skandal" olduğunu belirttim ya... Aslında bu olay, Türkiye'deki çarpık düzenin normal halidir.

Engin Ardıç-9 Temmuz 2007-AKŞAM

Akademiye kitakse



Türkiye’de Bilimler Akademisi diye bir yer varmış. TÜBA, Türkiye Bilimler Akademisi... Vallahi bilmiyordum, yeni öğrendim.

Bu akademi, Profesör Doktor Şerif Mardin’in üyeliğini, hem de üçüncü kez reddetmiş.

Oylamaya katılan sevgili Çiğdem Hocam (Prof. Dr. Çiğdem Kâğıtçıbaşı), “gerekçe gizlidir, açıklayamam” diyor ama uçan kuşlar bile duydular:

Gerekçesi, “Said-i Nursi” üzerine araştırma yapmış olması...

Hayır canım, “nurculuk” etmiş falan değil, Fethullah Hocaefendi Hazretleri’ne de çalışmıyor; yalnızca “nedir bu” diye merak etmiş, araştırmış. Adam koskoca profesör, sosyal bilimci, bunu araştırmayacak da ayak parmakları arasında oluşan mayasılın tedavisinde kortizon kullanımının olumlu ve olumsuz yan etkileri üzerinde mi çalışacak bilim adamı sayılması için?

Bakın ne diyor: “Benim işim, toplumu belirleyen olguların arkasındaki dünyayı incelemek. Din de bu olguların en önemlisi. Doğal olarak aynı şey tarikatler ve cemaatler için de geçerli. Türkiye’de Nakşıbendiliği bilmeyen Türkiye’den bir şey anlamaz.”

Yahu bunu Zülfü Livaneli bile anladı da bürokrat ruhlu politikacılarımız anlamıyorlar... Onun için de her seçimde babayı alıyorlar.

Fakat hayır, “objektif” bir yaklaşımla araştırmak bile makbul sayılmıyor.

Karşı çıkacaksın, ama öğrenip üzerinde düşünerek değil, büyüklerin sana öyle emrettikleri için karşı çıkacaksın. Fazla kurcalamadan.

Hani hayatta en hakiki mürşit ilimdi ulan? Atatürk öyle dememiş miydi?

Hayır, bu ülkede Atatürk’ün en büyük düşmanları, hep söylerim, Atatürkçü geçinenler.

Şerif Hoca yatsın kalsın dua etsin, İsmail Beşikçi’ye yaptıkları gibi içeri de tıkabilirlerdi... Atatürk’e “adam” dediği için hayatı karartılan İzmirli profesör gibi kalp spazmı da geçirebilirdi...

Anladınız, Şerif Mardin benim hocamdır.

Sempatik bir adam değildir. Kendisini pek sevdiğim söylenemez. Buz mavisiyle çelik grisi arası gözleri bana hep Sir Laurence Olivier’nin “Marathon Man” filminde oynadığı Nazi doktoru hatırlatırdı...

Robert College Yüksek Okulu Boğaziçi Üniversitesi’ne yeni dönüşmüştü, ne yapacağımızı bilemiyorduk, kendimize bir yol çizemiyorduk; Şerif Hoca geldi ve Sosyal Bilimler Bölümü’nü kurdu, biz de oranın ilk mezunları olduk. Aradan otuz yıldan fazla zaman geçti. Şerif Hoca o bölümü açmasaydı, bendeniz şimdi büyük bir ihtimalle bir holdingin genel koordinatörü ve de mutsuzluktan alkolik olmuş bir kayıptım. Beni “elim bir ziya” olmaktan o kurtardı.

O zamanlar “Türkiye’de alevilik olgusu” üzerine çalışıyordu, biz de “bu adam bu konuyu niçin kurcalıyor” diye şaşıyorduk, hatta şaka yollu “CIA ajanı” olduğu söylentisi bile çıkmıştı; sonra okulu bitirdik, günün birinde Kahramanmaraş olayları patlak verdi, Hanya’yı Konya’yı o zaman anladık.

Kendisine bayılmam, ama “akademik özgürlüğünü” sonuna kadar savunurum.

Bu özgürlük elbette 12 Eylül düzeninin kurduğu “yüksek lise” zavallılığına sekiz numara büyük gelecektir, uymayacaktır. Uymasın.

Böyle bir ülkede akademiye alınmak değil, alınmamak Şerif Hoca’nın onurudur. Hiç üzülmesin. (Bu olayın, Stanford’da ders veren adamın bilmemneresinde olduğunu da hiç sanmıyorum ya... Burada akademi üyesi olacağına Stanford Üniversitesi’nin çayocağını işlet, daha iyi...)

Demek araştırmak, öğrenmek yasak ha... Demek karşı çıkmak için bile merak etmek tu kaka... Demek düşmanını tanımaya çalışmak bile suç... Demek bombalamak amacıyla PKK mevzilerini saptamaya çalışan komutanı bile mahkemeye vereceksiniz neredeyse!... Kürtçe öğrenen MİT ajanlarımızı ne zaman emekliye sevkedeceksinz?

1971 tutuklamalarında bir aydının evi basılır, kitapları falan topluyorlar, adamı da götürecekler... Adam demiş ki, “yahu benden ne istiyorsunuz, ben antikomünistim!”

Görevli şöyle bir bakmış, “farketmez,” demiş, “biz komünizmin her türlüsüne karşıyız!”

Gönül isterdi ki, her ne kadar göstermelik de olsa kapısında Türkiye Bilimler Akademisi yazan bir kuruluş, 12 Mart görevlilerinden iki gömlek ileride olsun...

No comments: