Monday, November 26, 2007

Teziç okula döndüğünde yüzü kızaracak mı ?

http://www.sabah.com.tr/2007/09/21/haber,BDB280BB412E4BE3B511719FF7C0B02F.html

Emre Aköz , Sabah , 21.09.2007

Okula döndüğünde yüzü kızaracak mı?

Geçen gün, " 367'cileri kapıdan kovduk, bacadan içeriye alıyoruz " başlıklı yazıda " anayasada siyasetin sınırlarını " sorguladım.
Ancak hukuk eğitimi almadığım için öne sürdüğüm fikrin makul olup olmadığını merak ediyordum.
Anayasa felsefesi üzerine doktora tezini henüz tamamlamış, yakında öğretim üyesi olacak bir hukukçuya danıştım.
Ele aldığım konunun ciddi biçimde tartışıldığını söyleyince rahatladım. (Demek ki gazeteci aklımla önemli bir meseleye parmak basmıştım.)
Telefonda konuşurken laf lafı açtı. YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç'in geçen günkü açıklamasını nasıl bulduğunu sordum.
"İnanın" dedi, "TV'den izlerken utandım. Çünkü Erdoğan Teziç, bu ülkenin en önemli anayasa hukukçularındandır. Biz Teziç'in kitaplarıyla yetiştik. Şimdi orada yazdıklarının tam tersini söylüyor."
Biliyorsunuz YÖK Başkanı, özetle, " Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi türban yasağını onayladı... AİHM kararları iç hukukun üstündedir... Dolayısıyla anayasayı değiştirseniz dahi türban yasağı kaldırılamaz" dedi.

Teziç aldatıyor
Bunu söyleyen Teziç, hukuksal konulara vakıf olmayan insanları resmen aldatıyor.
Olayın doğrusu şöyle: Diyelim ki bir yasak koydunuz... Üst mahkeme de bu yasağı uygun buldu... Aradan zaman geçti... Yasağı kaldırdınız...
Böyle bir durumda, " Hayır efendim madem ki üst mahkeme uygun bulmuştu, o yasak devam eder " denemez .
Aksini iddia etmek saçmalıktır, mantıksızlıktır.
Zaten AİHM mevcut anayasaya ve yasalara göre karar verdikten sonra Türkiye'ye şu mesajı gönderdi:
"Türban yasağını kaldırmak istiyorsan, yasalarını değiştir. "
İşte olay bu kadar basit.
Üniversitelerde türban yasağının devam etmesini isteyebilirsiniz. Bu sizin fikrinizdir, dünya görüşünüzdür, ideolojinizdir.
Yasağın sürmesi için mücadele de edebilirsiniz. O da demokratik hakkınızdır.
Ancak Teziç'in yaptığı gibi AİHM kararını öne sürerseniz, saçma sapan bir iddiada bulunmuş olursunuz.
Türkiye'de gerçekten vahim bir durum var:
Uzmanlar, olaya siyaset karışınca, uzmanlıklarını bir yana atıp yalan da dahil her türlü aracı kullanarak siyasi-ideolojik görüşlerini savunabiliyor.
Böyle bir davranışı içlerine sindirebiliyorlar...
Düşünsenize...
O uzmanlığa erişmek için yıllarınızı vermişsiniz. Onca emek harcamışsınız. Kitap okumaktan gözleriniz harap olmuş.
Ama siyasi bir konuyla karşılaşınca bütün o çalışmaları çöpe atıveriyorsunuz.
Görev süresi 8 Aralık'ta bitecek olan Prof. Teziç, büyük olasılıkla Galatasaray Üniversitesi'ndeki işine dönecektir.
Ders sırasında, bir öğrenci, " Hocam YÖK Başkanı iken böyle dememiştiniz; o mu doğru, bu mu " dediği anda yüzü kızarmayacak mı?
Hukukçu meslektaşları satır arasında bu olaya dokundurduğunda içine bir pişmanlık ateşi düşmeyecek mi?

Çarpık zihniyet
Uzmanlığı bu kadar kolay kenara atmanın ardındaki zihniyet ne?
Acaba sosyolog Prof. Kadir Cangızbay'ın anlattığı olay bize bir fikir verebilir mi?
Tarih: Mayıs 2000.
Yer: Muğla Üniversitesi.
Cangızbay, İstanbul'dan gelen meslektaşına yeni kitabını imzalayarak verir: "Bak abi, güzel bir kitap oldu, ne olur oku..."
Kıdemli profesörün cevabı: "Ben senin neler yazacağını biliyorum. Ama şimdi sosyoloji yapma zamanı değil, Cumhuriyet'i koruma zamanı. " ( Toplum ve Bilim dergisi, no: 97 )
Dikkatinizi çekerim:
Olay 2000 yılında geçiyor. Başbakan Bülent Ecevit . Süleyman Demirel'in yerine Köşk'e Ahmet Necdet Sezer çıkıyor. Ekonomik kriz henüz ülkeyi vurmamış. AKP'nin kuruluşuna ise daha bir yıl var.
Ama işte zihniyet bu:
Hocam Cumhuriyet'i koruyacak!
Bunun için de gerekirse uzmanlığını feda edecek.
Şimdi o profesörü bulup konuşsanız, " Bakın ne kadar haklıymışım; geleceği görmüşüm " diyecektir.
Kıssadan hisse: Başlıktaki soru boşuna. Prof. Teziç'in yüzü kızarmayacak, "Cumhuriyet'i korumaya çalışıyordum" diyerek işin içinden çıkacak.

Teziç'e unvan tenzili

http://www.sabah.com.tr/2007/09/23/haber,03567E9A94B14E05BFEA9D69A7339D38.html

Emre Aköz , Sabah , 23.09.2007

Teziç'e unvan tenzili

Dikkatinizi çekmiştir, Prof. Ergun Özbudun ve arkadaşlarının hazırladığı 'Anayasa metni' hakkında yazmıyorum. Çünkü onlarınki sadece bir ' öneri'... ' Ön taslak' dahi değil. Olay netleşsin, ondan sonra bakarız.
Ama bu arada panik içinde öneriye laf yetiştirmeye kalkışanların ne hale düştüğünü gördük.
Ben size YÖK Başkanı Prof. Erdoğan Teziç'in, siyasi-ideolojik kaygılarla hukuk uzmanlığını bir yana bıraktığını söylemedim mi?
İnanın o satırları yazarken Teziç'in yedi meslektaşıyla birlikte 1992'de bir 'Anayasa önerisi' kaleme aldığını bilmiyordum.
Nasıl bir öneri?
Dönemin TÜSİAD Başkanı Bülent Eczacıbaşı istemiş. O öneride Teziç'ten başka şu iki isim öne çıkıyor: "367 şarttır" diye TV'ler arasında mekik dokuyan (Prof.) Süheyl Batum ve şu anda YÖK üyesi olan (Prof.) Necmi Yüzbaşıoğlu .
Takıma bakar mısınız? Aynı isimler bugün yeni Anayasa çalışmalarına karşı çıkıyor. Ne tesadüf!
İçerik daha da şaşırtıcı:
Teziç ve arkadaşlarının önerisi, Prof. Zafer Üskül'ün topa tutulmasına neden olan " resmi ideolojisi olmayan anayasa " şeklinde... Bunun sonucu olarak " Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlılık " vurgusu yok! Tabii " Atatürk milliyetçiliği " gibi tabirler de bulunmuyor.
Ve en çarpıcısı: Teziç ve arkadaşları diyor ki " Değiştirilemez madde olarak sadece ' Cumhuriyet ' kalmalı. " Yani diğer ilkeleri (demokratik, laik, sosyal hukuk devleti) değiştirilemez madde kapsamından çıkarıyorlar.
Dikkatinizi çekmiştir: Şimdiki öneri, onlarınkinin yanında 'muhafazakar' kalıyor. Eğer 'Özbudun Komisyonu' öyle maddeler koysaydı, hiç kuşkunuz olmasın bunlar kıyameti koparırdı.
Arkadaşlar!
Bizim, " Hocadır, profesördür, bilim adamıdır " diyerek saygı gösterdiğimiz akademisyenlerden bazıları, işte böyle insanlar: Meslek ahlakı, tutarlılık, hakkaniyet Hak getire.
Aralık başında Teziç'in YÖK Başkanlığı bitiyor. Büyük olasılıkla Galatasaray Üniversitesi'ndeki görevine dönecek.
Aslında, bütün bu yaptıklarından dolayı, askerdeki ' rütbe tenzili' misali, profesörlükten doçentliğe indirilmesi gerekir.
Ama ne olacak biliyor musunuz?
Göreceksiniz: Bazı kuruluşlar tarafından " Üstün başarısı ve bilime katkısı " nedeniyle ödüllendirilecek!

Peki, profesöründen savcısına niye bazı hukukçular bu hallere düşüyor? Nasıl oluyor da, uzmanlıklarından yüz çevirip siyasetçiliğe soyunuyorlar?
Bu sorunun cevabını Türkiye Günlüğü dergisinin yeni sayısını okurken buldum.
Prof. Ali Yaşar Sarıbay, anayasa hukukçusu Ran Hirschl'in ' yargı iktidarı' ( juristocracy ) kavramının altını çiziyor:
"Küresel kapitalizme eklemlenme sürecinde... İktidarları aşınmış politika sınıfı, hukuku politikaya hakim kılarak ' yargı iktidarı' tesis etmeye... Bu yolla, seçilmişlerin önüne geçmeye ve onları gayri meşru bir konuma hapsetmeye çalışır."
Buradan şunu da anlıyoruz: Türkiye'ye özgü bir durum değil bu. Başka ülkelerin de Teziçleri, Kanadoğulları, Batumları var. Oralarda da aynı iktidar mücadelesi sürüyor.
Not: Liberal demokrat aydınların, AKP ile ittifak yapmasına Haluk Şahin ( Radikal ) artık şaşırmaz herhalde.

Kemalist savunma refleksi

http://www.sabah.com.tr/2007/09/28/haber,A7EDB3278EFC4CB3A46F4FF7A4A231B2.html

Emre Aköz , Sabah , 28.09.2007

Kemalist savunma refleksi

İstanbul Bienali'nin küratörü, sanat uzmanı Hou Hanru'nun katalogda yer alan cümleleri, Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Nazan Erkmen ve öğretim üyeleri tarafından ' şiddetle' kınandı.
Ne diyordu Hanru? Özetle şöyle:
"Türkiye, Batılı olmayan ilk modern cumhuriyetlerden ve gelişen dünyanın kilit oyuncularından biridir. Ancak, tepeden inmeci ve zaman zaman askerler tarafından dayatılan, gayri demokratik Kemalist modernleşme modeli, çeşitli sorunlara, çelişkilere, ikilemlere yol açmıştır."
Devam ediyor Hanru:
"Buna karşılık, popülist siyasi ve dini güçler, toplumsal talepleri yeniden oluşturmayı, yönlendirmeyi ve bu talepleri kendi çıkarları yönüne çevirmeyi başardı."
İşte kınanan bu laflar.
Peki yanlış mı Hanru'nun söyledikleri? Tam da böyle olmadı mı?
Gidin üniversitelere; tarih, sosyoloji ve siyaset bilimi derslerini dinleyin: Bütün bunlar anlatılır, analiz edilir ve tartışılır.
Cumhuriyetin çağdaşlaşma projesinin Jakobenliğini, en hararetli savunucusunun ordu olduğunu, tek parti dönemine demokrasi denemeyeceğini Kemalistler de söylemiyor mu?
Fark şurada: Kemalistler o döneme " olduğu gibi " sahip çıkıyor, ' biz' ise birçok uygulamayı eleştiriyoruz.
Peki söylenenlerin gerçek olduğunu bilmelerine... Ve ayrıca ( normal şartlarda ) sanatın özgür olmasını savunmalarına rağmen... Prof. Erkmen ve meslektaşları, Hanru'yu niye şiddetle kınıyor?
Efendim, ben bu " reflekse " bizzat şahit olmuştum. Sebebini sorduğumda hocalar, tabii özel sohbetlerde itiraf etti:
Bulundukları ortamda Atatürk dönemi, Kemalizm, inkılaplar filan eleştirilir de... Onlar da itiraz etmezse... Haklarında soruşturma açılmasından korkuyorlar:
"Katıldığın sempozyumda Atatürk eleştirilmiş ama sen sessiz kalmışsın... Hesap ver bakalım! "
Hocaların, özellikle de bölüm başkanı, dekan ve rektör gibi yöneticilerin bu tehlikeye karşı önceden hazırlayıp ezberledikleri bir paragraflık karşılıkları vardır.
Eleştirileri duydukları anda, söz alarak... " Atatürk, aydınlanma, çağdaş medeniyetler, Türk ulusu " gibi kavramların bolca geçtiği o paragrafı bir solukta okurlar... Ve tehlikeyi savuşturmanın iç huzuruyla konuşmaları dinlemeye devam ederler.
Velhasıl: ' Kınama' olayı, yukarıda anlattığım prosedürün uygulanmasından ibaret olduğu için, Prof. Erkmen ve arkadaşlarını ciddiye almak gerekmiyor.
Ama uluslararası sanat camiası hak ettikleri notu verdi; o da ayrı konu.

Üniversite değil marangozhane

http://www.sabah.com.tr/2007/10/07/haber,51E5A21A549041DE817517FCBBE1CEC5.html

Emre Aköz , Sabah , 07.10.2007

Üniversite değil marangozhane

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, geçen gün Gazi Üniversitesi'nin yeni dönem açılış törenine katıldı. Gül burada yaptığı konuşmada şöyle dedi:
"Üniversiteler her türlü eski ve yeni fikrin, çoğunluktan ayrılan, marjinal ve eksantrik fikrin, hasılı şiddeti önermeyen bütün fikirlerin korunup kollanacağı yerler olmalıdır. Böylelikle üniversiteler, Türkiye'nin çoğulculuğuna; eleştirerek, muhalefet ederek veya öneriyle katkıda bulunacaktır." ( Sabah, 6 Ekim )

Bir " temenni " olarak harika sözler. Gerçekten de üniversiteler böyle özgürlüğü ve hoşgörüyü teşvik eden kurumlar olmalı.
Peki o sözlerin ' gerçeklik derecesi' nedir? Hadi " sıfır " demeyeyim ama üniversitelerdeki fikir sıcaklığı insanı üşütecek kadar düşük.
Örnek mi istiyorsunuz?
İşte geliyor:
İki haber de üniversitelerle ilgili olduğu için Milliyet aynı sayfaya, alt alta yerleştirmişti: Üstte, Cumhurbaşkanının yukarıya aldığım konuşmasının da bulunduğu haber vardı.
Onun hemen altındaki haber ise adeta üsttekini tekzip eder, " Siz ne derseniz deyin, biz bildiğimizi okuruz " türündendi. ( Milliyet, 6 Ekim )
Hani İstanbul Bienali'nin Çin asıllı küratörü Hou Hanru, sergi katalogunda Türkiye'deki tepeden inme modernleşmenin yetersiz kaldığını belirtmişti de... Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi hocaları da, dekanları Prof. Nazan Erkmen'in öncülüğünde onu "şiddetle" protesto etmişti.
Protestonun özeti de şuydu: " Vay efendim sen Kemalizm'e nasıl laf edersim? "
Gelelim habere:
Üniversitenin Rektörü Prof. Necla Pur, Güzel Sanatlar Fakültesi'nin açılış töreninde dekanına sahip çıkarken şöyle demiş:
"Hem sanatımızı yaparız, hem de toplumun sorunlarına tepkimizi ortaya koyarız. Cumhuriyeti kollama ve koruma hassasiyetimizden asla ve asla ödün vermedik."
Buyurun bakalım!
Bir yana Cumhurbaşkanı Gül'ün söylediklerini koyun... Diğer yana da rektör ve dekanın sözlerini... İkisi arasında en küçük bir uyum, bir yakınlık, bir yön birliği var mı?
Biri diyor ki: "Şiddeti önermeyen her türlü fikir üniversitelerde yer alsın, konuşulsun, tartışılsın."
Diğeri ise... Bırakın 'her' türlüsünü... Sıradan bir tarih ya da siyaset bilimi dersinde dile getirilecek türden fikirleri dahi " şiddetle " protesto ediyor.
Bir de yüzleri kızarmadan, " Toplumun sorunlarına tepkimizi ortaya koyarız " demiyorlar mı? Pişkinliğin bu kadarı olur. Ölür müsün, öldürür müsün?
Yahu o sorunları yaratan odaklardan biri de siz değil misiniz?
Avrupa'nın 2010 Kültür Başkenti seçilen İstanbul'a tanınmış bir küratör gelmiş... Adam bildiği, anladığı kadarıyla bir şeyleri dile getirmiş... Organize ettiği sergiyi 5-10 bin kişi gezecek, bunlardan birkaç bini katalogu okuyacak... Kimi yazılanları doğru bulacak, kimi yanlış... Olacak, bitecek...
Ama hayır!
Asla işlerin pürüzsüz yürümesine izin vermezler: "Şiddetle" protesto ederler ki hiç yoktan sorun çıksın!

Bunu yapanlar akademisyen ya... Biraz tutarlı, biraz mantıklı olabilseler, canım yanmayacak...
Hou Hanru'dan çok daha köşeli eleştirileri biz gazetelerde yazıyor, TV'de anlatıyoruz.
Sesleri çıkabiliyor mu? Hayır. Bizi de geçtim... Gidin Marmara Üniversitesi'nin merkez kütüphanesine... Kemalizm'i eleştiren bir sürü kitap ve makale bulursunuz.
İnternetten baktım... Abdurrahman Dilipak gibi bir ' İslamcı'nın, Bir Başka Açıdan Kemalizm' adlı kitabı rafta duruyor. (Zaten olması gereken de böyle bir çeşitliliktir.)
Hadi onu da "şiddetle" protesto edin, onu da "toplumsal sorun" ilan edin de, biraz gülelim .
Cumhurbaşkanı boşuna nefes tüketiyor, bunlardan ne köy olur, ne kampus.

Üniversitelere odun girip odun çıkanlar

http://www.sabah.com.tr/2007/10/09/haber,F8050CB76FFE4F6DB1470E1176FB722B.html

Emre Aköz , Sabah , 09.10.2007


Marangoz tartışması

Teşbihte hata olmaz, sözüne ben katılmam. Teşbih yaparken, yani iki nesne arasında benzerlik kurarken bal gibi de hata yapılabilir.
Geçen gün YÖK sistemi içindeki üniversitelerin halini marangozhaneye benzettim ya... Daha yazarken, ' şimdi marangozlar alınacak' diye düşünüyordum.
Tahmin ettiğim gibi de oldu.
Bakın okurumuz Mehmet Sivri ne diyor:
"Orta ölçekli bir mobilya fabrikasında yönetici olarak çalışıyorum.Tesisimiz büyükçe bir marangozhane sizin anlayacağınız. Biz burada işimizle ilgili tüm detay ve projeleri iş arkadaşlarımızla toplanarak tartışıyoruz. En hızlı, en düşük maliyet, en iyi kalite ve en yüksek müşteri memnuniyeti için ortaya fikirler koyuyoruz. Doğru bulduğumuz fikirleri gerek işverenimize gerekse müşterilerimize çekinmeden söylüyoruz. Biz burada odunu işleyip içine fikrimizi ve emeğimizi katarak mobilya yaratıyoruz. Üniversitelere odun girip odun çıkan insanlar olduğunu düşünürsek, biz marangozhaneleri karşılaştırma amacı olarak kullanmanız doğru değil."
Doğru söze ne denir?
Marangozlar ve mobilya üreticileri rekabet şartlarını ve tüketici taleplerini ön plana aldıkları için çok daha yaratıcı bir faaliyet sürdürüyor.
Onların en büyük korkuları ' tek tip' üretim yapmak... Hep aynı sandalyeyi, hep aynı dolabı piyasaya sürerlerse batacaklarını biliyorlar çünkü...
YÖK sisteminin en büyük korkusu ise öğrencinin 'tek tip' olmaması. Nereden mi biliyorum?
Çünkü YÖK Kanunu'nu okudum: Türkiye'deki yüksek öğretimin 'amacını' ortaya koyan 7 madde sıralanmış. Bunlardan 5'i; ne bilimden söz ediyor, ne de fikri zenginlikten, araştırma ya da sorgulamadan...
O beş madde " Vatan, Millet, Sakarya... Atam sen kalk, ben yatam " edebiyatı yapıyor.
Marangozhaneler ve mobilya üreticileri bu kafada çalışsa, bir yıla kalmaz, hepsi iflas eder.

Monday, November 5, 2007

Akedemik mafyalar

http://www.yuzde52.org/msayfalar.php?ms=33

ms33. Akademisyen mafyalar
Akademik kariyerin zirvesi

I: Üniversitenin Nasıl Bir Yer Olduğunu Biliyor musunuz?
• 1997-2003 arasında 108 akademisyen mali-maddi suçlar, hırsızlık, zimmet, tarihi eser kaçakçılığı, dolandırıcılık, evrakta sahtecilik, tehdit, fiili tecavüz ve hakaret, kız öğrencilere sarkıntılık, taciz, uyuşturucu madde kullanmak gibi nedenlerle üniversiteden atıldı.

Yüksek Uyuşturucu Kurulu!
• Eski İTÜ’lü Prof. İsmail Hakkı Bilen, Gaziantep’te uyuşturucu üretilen tekstil fabrikasında tutuklandı. (01.02.2006)
• Trabzon’da, aralarında KTÜ öğretim üyesi Birol Güner’in de bulunduğu 10 kişi çetecilikten tutuklandı. (19.08.2006)

Kadrolaşma ve Tasfiye Rektörlüğü!
• Afyon Kocatepe Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Ali Galip Baltaoğlu, avukatının bürosunda gizli kamera çekimleri yaptıran Yrd. Doç. Lütfullah Türkmen, Dekan Adnan Şişman, Rektör Halim Sözbilir ve YÖK Başkanı Erdoğan Teziç hakkında dava açtı. (12.08.2005)
• 19 Mayıs Üniversitesi Rektörü Bernay, takip ettirip telefonlarını dinlettiği 83 öğretim üyesini üniversiteden attı. Yönetimdeki isimlerle soyisim benzerliği olan 114 kişi ise akademik kadrolara yerleştirildi. Bazı dersleri lise öğretmenlerine verdirdi. Rana İncekulak, erkek arkadaşı cuma namazına gidiyor gerekçesiyle asistan yapılmadı. (02.02.2006)
• İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Suat Gezgin sahte belgeyle başladığı ikinci dönem dekanlığına halen devam ederken, Hukuk Fakültesi’nde Prof. Nevhis Deren de bir akademisyene sahte belge düzenleyerek soruşturma açtı ve ceza verdi. Zamanında Yaşar Nuri Öztürk de, kemalist kadrolaşma amacıyla İlahiyat Fakültesi dekanı olabilmesi için profesör yapılmıştı. (21.11.2006)
• Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın eşini, 4 yeğenini, yardımcısı Hasan Ceylan’ın kızını, danışmanı Yrd. Doç. Mehmet Bingöl’ün 3 kardeşini, eşini ve kayınbiraderini, kendisiyle birlikte tutuklanan ve hapishanede intihar eden Enver Arpalı’nın kızını, damadını, 3 yeğenini ve 2 kayınbiraderini kadrolara aldı. (19.11.2005)
• Yücel Aşkın’ın kasasında 418 akademisyenin Ulusal Takip Koordinasyonu Kurulu adına kaydedilmiş özel bilgileri bulundu. Üniversitenin eski rektörlerinden biri hakkında, "Mısır El-Ezher Üniversitesi’nden alınan sahte diplomalı 40 kadar öğrenciyi İlahiyat Fakültesi’ne geçiş yaptırdı. Radikal akımların üniversitede kadrolaşması bunun zamanında oldu. Adıyaman Nakşibendî Menzil Dergâhı ile irtibatlıdır" yazıyordu. (03.11.2005)
• Dicle Üniversitesi Rektörü Fikri Canoruç, seçimlerdeki rakibi Prof. Halil Değertekin ile 6 profesörü tıp fakültesinden attı. (25.11.2005)
• Abant İzzet Baysal Üniversitesi eski Rektörü Yaşar Akbıyık, karısının eski eşini Tıp Fakültesi Hastanesi’nde işe başlattı. (21.02.2006)
• İnönü Üniversitesi Rektörü Hilmioğlu döneminde, 100’e yakın öğretim üyesi ideolojik baskılar nedeniyle ayrılmak zorunda bırakıldı. (12.08.2005)
• “Profesör olamaz” şeklindeki jüri raporuna rağmen, deprem zengini İTÜ’lü Prof. Celal Şengör dönemin YÖK başkanı Kemal Gürüz’le olan arkadaşlığı vesilesiyle profesör yapıldı. (19.06.2006)

Rektörlüğe bağlı İntihal Bölümü!
• Eylül 2007’de, içlerinde Çanakkale Onsekiz Mart Ünv. (ÇOMÜ) Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. İhsan Yılmaz’ın da bulunduğu 14 fizikçi akademisyenin toplam 67 uluslararası makalede intihal yaptıkları ortaya çıktı. ODTÜ, ÇOMÜ, Dicle ve Mersin Üniversitelerinden profesör, doçent ve doktora öğrencilerinin oluşturduğu intihalciler, yıllarca intihal yapmışlar ve üstelik bundan 37 milyar para da kazanmışlar! Bu alanda saygın kabul edilen arXiv isimli kuruluş, intihalci akademisyenlerin listesini de verip makalelerini internet sitesinden kaldırdı. İntihalden hem itibar hem de 37 milyar kazanan intihalciler: Prof. İhsan Yılmaz (ÇOMÜ Fen-Edebiyat Fak. Dekanı), Prof. İrfan Açıkgöz (Dicle Ünv.), Doç. Ali Kemal Havare (Mersin Ünv.), Doç. İsmail Tarhan (ÇOMÜ), Doç. Hüsnü Baysal (ÇOMÜ), Doç. Figen Binbay (Dicle Ünv.), Dr. Taylan Yetkin (Mersin Ünv.), [lisansüstü öğrencileri:] Mustafa Saltı (ODTÜ), Oktay Aydoğdu (ODTÜ), Sinan Aygün (ÇOMÜ), Murat Korunur (Dicle Ünv.), Melis Aygün (ÇOMÜ), Nureddin Pirinççioğlu (Dicle Ünv.), Can Aktaş (ÇOMÜ).
• Konya Selçuk Ünv. Matematik bölüm başkanı Prof. Durmuş Bozkurt ile doktora öğrencisi Kerem Yamaç, 2003 yılında uluslararası bir dergide yayınladıkları makaleyi, aynı bölümdeki Prof. Haydar Bulgak ve Dr. Ayşe Bulgak’ın makalelerinden intihal yaparak yazdılar! Bulgaklar durumu şikayet edince, öğrenci Kerem Yamaç cezalandırılıp profesörün paçası kurtarıldı, üstüne terfi ettirilerek bölüm başkanı yapıldı; makaleleri çalınan Bulgaklar ise uzaklaştırma aldı! Uluslararası dergi, Ağustos 2007’de, çalıntı makaleyi yayınladığı için okuyucularından özür diledi!
• Prof. Ömer Dinçer ile Prof. Yahya Fidan, yazdıkları bir kitabı Prof. Tamer Koçel’in ‘İşletme Yöneticiliği’ adlı kitabından; Prof. Ruşen Keleş 150 sayfalık ‘Çevre Hukukuna Giriş’ kitabını Prof. Nükhet Turgut’un kitabından; Prof. Necla Arat İstanbul Edebiyat Fakültesi’nde yazdığı ‘Ahlak Felsefesi’ tezinin 218 sayfasının 200 sayfasını üç ayrı yabancı kitaptan; İÜ eski Rektörü Kemal Alemdaroğlu da ‘Laparoskopik Kolektomi’ makalesinin tümünü Amerikalı bir doktorun kitabından araklayarak yazdı. YÖK kurucu başkanı İhsan Doğramacı’nın “Annenin Kitabı” isimli kitabını başka yerden çaldığı iddiası sürüyor. Prof. Atalay Arkan, tercüme ettiği kitabı kendi adıyla yayınladı. Rektör Ferit Bernay, eski Rektör Naci Gürses’le birlikte yazdıkları bir makaleyi ‘Journal of Pediatric Surgery’ adlı derginin bir sayısından kopyaladı. Prof. Yahya Güzel, Salih Somuncu, Ender Arıtürk, Prof. Rıza Rızalar... İntihalcilerin listesi bu şekilde uzuyor!

Halkla İlişkiler ve Şiddet Yüksekokulu!
• İnönü Üniversitesi Tıp Merkezi Sekreteri (MİT muhbiri) İnci Kaya, Rektör Fatih Hilmioğlu ile genel sekreter Reşat Özkan tarafından rektörlük binasının 3. katından aşağı atıldı. (01.09.2004)
• Muğla Üniversitesi Rektörü Şener Oktik, Prof. Mustafa Sunu’yu önce tehdit edip tartakladı, dövdürttü ve sonra da ‘maaş kesim cezası’ verdi. (27.02.2006)
• Erciyes Üniversitesi’nde Prof. Abdullah Çoban, Prof. Yahya Güzel’le kavga ederken tabanca kabzasıyla yaralandı. Çoban, iki sene önce de bilim hırsızlığı yapmakla suçladığı Prof. Şaban Patat hakkında kendisine baltayla saldırdığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştu. (15.02.2006)
• Selçuk Üniversitesi Meram Tıp Fakültesi profesörü Hasan Gök, hastabakıcı Hüseyin Vurgun’a tekme tokat saldırdı. (22.04.2006)

Ekonomi ve Dolandırıcılık Fakültesi!
• İnönü Üniversitesi’nin Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı (estetikçi) Prof. Ali Gürlek, odasında bir hastasından rüşvet alırken yakalandı, ardından da tutuklandı. (02.11.2007)
• Ankara Üniversitesi’nin sahte reçetelerinde, fiyatı 430 YTL olan pomatlardan 396 tane yazıldı. Yükseköğretim Kurulu Genel Sekreteri Turgut Kılıç’ın eşinin eczanesine bu şekilde 171 bin YTL aktarıldı. (04.10.2006)
• Üniversiteler Arası Kurul Yabancı Dil Sınavı’nda 19 Mayıs Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Mustafa Yazıcı kendi yerine Yrd. Doç. Kenan Durna’yı sokarken, Selçuk Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Vicdan Altınok cep telefonuyla kopya çekerken yakalandı. (21.10.2006)
• 19 Mayıs Üniversitesi adına casino, kumarhane işletmek, Türk Hamamı açmak, eğlence sektöründe faaliyet göstermek, fal bakmak, güzellik bakımı gibi “işler”in patentini alan Rektör Ferit Bernay, yolsuzluk ‘uzman’larını üniversite ihale komisyonuna yerleştirirken, ‘ek ders’ adı altında bir çok akademisyene yıllarca para aktardı. (18.02.2006)
• Niğde Üniversitesi eski Rektörü Ferhat Ecer’in zimmetine 135 bin YTL geçirdiği ortaya çıktı. İnşaat Mühendisliği Bölümü Başkanı Zarife Hanmehmed, notlarını yükseltme karşılığında öğrencisinden 6 bin YTL rüşvet aldı. (20.06.2006)
• Osmangazi Üniversitesi Enstitü Müdürü Prof. Yusuf Özyürek, bir hastadan 2 bin 500 YTL ‘bıçak parası’ almaktan tutuklandı. (01.02.2005)
• Selçuk Üniversitesi’nin alım ihalelerinde Rektör Süleyman Okudan yakınlarına 31 milyon YTL’lik rant sağladı. Alınmayan bir anjiyo cihazı için 950 bin YTL ödendi. Enstitü sekreteri Ali Bayraktar harç paralarını zimmetine geçirdi. İhale yolsuzluklarında, başta eski Rektör Abdurrahman Kutlu, Rektör Yardımcıları A. Dinçer Bedük, Prof. Şefik Bilir, Prof. Kürşat Turgut, Tıp Fakültesi Dekanı Kemal Gündüz, Başhekim Ahmet Özkağnıcı olmak üzere 41 yöneticinin ve akademisyenin adı geçiyor. (06.05.2006)
• İstanbul Üniversitesi eski rektörü Kemal Alemdaroğlu, tıbbî cihaz alımlarında yakınlarına 2,5 milyon YTL rant sağladı. Öğrencilere harcanması gereken 700 bin YTL’yle, yurt içi ve dışı seyahat biletleri, yılbaşı hediyeleri, kimlerin bile katıldığı belli olmayan yemek davetleri verildiği tespit edildi. Yapılmayan bir davet 4 bin kişi katılmış gibi gösterilerek 14 bin YTL ödendi. Alemdaroğlu’nun üniversitenin 270 bin YTL’sini zimmetine geçirdiği iddia ediliyor; ayrıca kiralanamaz 18 yer kiraya verilmiş ancak kiraların kim tarafından tahsil edildiği bilinmiyor! (05.05.2006)
• Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Yücel Aşkın, Prof. Ayşe Yüksel, Prof. Hasan Ceylan, Prof. Işık Tepe ile Ziraat Dekanı Fırat Cengiz 25 milyon dolarlık tıbbi cihaz alımı ihalesinde yolsuzluktan ve çetecilikten yargılanıyor. Aşkın’ın, çete kurmak, baskı ve tehdit yoluyla ihaleye fesat karıştırmak, özel hayatın gizliliğini ihlal etmek (fişlemek) ve sahtecilik yapmak gibi suçlardan 2150 yıl hapsi isteniyor. Aşkın’ın Beykoz’daki yazlığı 3 milyon YTL değerinde. (18.05.2006)
• İhalelerinin tamamı usulsüz olan Malatya İnönü Üniversitesi, Rektörü Fatih Hilmioğlu’nun ödemesi gereken 4100 YTL tazminatı ödedi. Genel sekreter Reşat Özkan yolsuzluklardan hapse mahkum edildi. (12.08.2005)
• YÖK başkanı Erdoğan Teziç, Galatasaray Üniversitesi rektörü iken dil kursu kayıtları için toplanan 307 bin YTL’nin 200 bin YTL’sini Eğitim Vakfı üzerinden telif adı altında kendisine yakın akademisyenlere dağıttı. (30.11.2005)
• Akdeniz Üniversitesi nükleer tıp bölümünde yapılan hırsızlıkta, Deniz Baykal’ın kızı Prof. Aslı Baykal’ın da adı geçiyor. Bir akademisyen tutuklandı. (27.04.2006)
• Yıldız Teknik Üniversitesi’nde eski Rektör Ayhan Alkış’ın döneminde, Fen-Edebiyat Fakültesi sekreteri Nejat Yalçınlar 8 emekli profesör ile 30 kişiye hayali bordrolar düzenleterek altı senede 6 milyon YTL aktardı!
• Marmara Üniversitesi’nde 245 bin YTL bağış adı altında vakıflara yatırıldı, yaklaşık 50 bin YTL’lik yolsuzluk sebebiyle Enstitü Müdürü Şadi Can Saruhan ve 5 yönetici görevden alındı. Önceki Rektör Turay Yardımcı da yolsuzluklarıyla ünlü.
• Dicle Üniversitesi Rektörü Fikri Canoruç, yardımcısı Eralp Arıkan, eski Rektör Mehmet Ubeydullah Özaydın, yardımcısı Ali Kelle, Tıp Fakültesi eski Dekanı Mehmet Recep Işık, Tıp Fakültesi eski Başhekimi Mithat Bahçeci, Prof. Mehmet Yusuf Çelik, Prof. Süleyman Daşdağ ve Prof. Abdurrahman Kaya üniversiteyi 600 bin YTL dolandırmaktan yargılanıyorlar. (07.03.2005)
• Fırat Üniversitesi Tıp Merkezi Üroloji Servisi’nde, tansiyon hastası olmadıkları halde bine yakın hastaya 13-15 kutu ilaç yazılarak boyutu 2 milyon YTL’den büyük yolsuzluk yapıldığı ortaya çıktı.
• Ege Üniversitesi Hastanesi’nin ilaçlanmasına yönelik ihalede 60 bin YTL yolsuzluk yapıldı.
• 28 üniversitenin laboratuarlarının yenilenmesinde 66 milyon sterlinlik proje usulsüzlükleri belirlendi!
• Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Rektörü Ramazan Aydın ile yardımcısı Suzan Erbaş, Tansu Küçüköncü’nün imzasını taklit ederek bankadan parasını çaldılar. (06.05.2006)
• Boğaziçi Üniversitesi’nde tadilat sırasında çalınan fayanslar Elektrik-Elektronik Bölümü profesörü Ömer Cerid’in aracında bulundu. (25.04.2004)

Deprem, Korku ve Rant Bilimleri!
• 17 Ağustos depreminin ardından bu işten para kazanabileceklerini anlayan birçok profesör, firmalara danışmanlık hizmeti vermeye, başka kişilerin üzerine kurdukları şirketlerle proje satmaya, vakıflarla ticaret odalarına kaydolmadan iş yapmaya başladı. Korku salarak, spekülasyon yaparak emlak şirketleri üzerinden rant elde ettiler. Büyük deprem olacak diyenler zenginleşti. Profesörlerden malvarlıklarını açıklamaları isteniyor. (07.11.2006)
• Profesör danışmanlığındaki zemin etüdü şirketlerinden istenilen rapor rüşvetle alınabiliyor. İTÜ’lü Prof. Halit Demir’in danışmanlığını yaptığı, İstanbul’un en büyük şirketlerinden Uzman Yapı Denetim’le birlikte kapatılan şirket sayısı toplamda 48. (25.10.2005)
• Deprem rantını tekellerine almak isteyen TÜBİTAK’çı profesörler, Ulusal Deprem Konseyi’ni kurdular. Kıyıların tsunamiyle yıkılacağını iddia eden İTÜ’lü konseyci Prof. Celal Şengör, 7 milyon 900 bin YTL’lik sermayeli Şengör Gayrimenkul şirketini kurdu. 1999’dan sonra İTÜ’lü konsey başkanı Prof. Haluk Eyidoğan ile İTÜ’lü konseyci Prof. Naci Görür’ün malvarlıklarında olağanüstü bir artış oldu. (02.11.2006)
• İTÜ İnşaat Fakültesi Geoteknik Başkanı Ahmet Sağlamer, İTÜ yurtlarının ve Teknokent’in işletmesini kendi yöneticisi olduğu vakfa devretmekten davalık olan eşi İTÜ eski rektörü Gülsün Sağlamer’in de eskiden ortaklığı bulunan zemin etüt ve geoteknik araştırma şirketi ENAR’a ve Mashattan projesiyle ismini duyuran Taşyapı’ya danışmanlık yapıyor. (05.11.2006)
• Han Yapı Gayrimenkul şirketine ait İSTHANBUL konut projesinin 10 şiddetinde depreme dayanıklı olduğunu söyleyerek herkesi kandırmaya çalışan Boğaziçi Üniversitesi’nden emekli Prof. Ahmet Mete Işıkara, bu şirkete danışmanlık yapıyor. (06.11.2006)
• “Benden sonra hocalar bu işin [deprem] paraya çevrilebileceğini gördü. Sadece İTÜ’de dışarıda kaçak çalışan öğretim üyesi sayısı 15. Başkasının üzerine şirket kurup, üniversiteye gelen işleri paslıyorlar. Bu suç öyle piramitleşti ki, kimse hakkında soruşturma açılamıyor” iddiasının sahibi eski İTÜ’lü Prof. Ahmet Ercan, Yeraltı Aramacılık şirketini kurdu. Hakkında deprem spekülasyonlarıyla şirketine rant sağlamaktan dava açıldı. Şu anda söyleşilere katılım ücretini 500 YTL’den, TV ve radyo konuşmalarının saat ücretini 500 YTL’den başlatıyor ve günlüğü 1000 YTL’ye danışmanlık hizmeti veriyor. (21.11.2006)

Beden Eğitimi ve Cinsel Taciz Bölümü!
• Sokak köpeklerinin ölümcül deneylerde kullanıldığı Ankara Üniversitesi Veterinerlik Fakültesi Farmakoloji Bölümünün başkanı Prof. A.B. ile aynı fakültede çalışan kardeşi Prof. H.B.’nin, öğrencilerini taciz ettikleri, hatta A.B.’nin tacizleri için asistanı B.H.’nin evini kullandığı, yani tacizi sistemli bir şekilde yaptığı ortaya çıktı. H.B. ise tacizlerinden bıkarak okulu bırakmayı düşünen bir tez öğrencisine şiddet de uyguladı! A.B. okuldan atıldı, H.B.’nin ise maaşı kesildi. Ama rektörlük tacizci A.B.’ye kanat gerdi ve maaşını ödemeye devam ediyor! (04.11.2007)
• Spor yüksekokullarında kız öğrencilerin yüzde 25,5’inin öğretim görevlilerince cinsel tacize uğradığı belirlendi. (28.09.2005)
• Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nde Prof. Mehmet Elbistan, Prof. Gülsen Ökten’e cinsel tacizden hapse mahkum oldu. (07.06.2004)
• Çukurova Üniversitesi Ekonomi Kürsüsü Başkanı Prof. Nejat Erk, öğrencilerini elle ve sözle taciz ederken görüntülendi. (18.01.2002)
• Mimar Sinan Üniversitesi akademisyeni Momunkulov, Seren A.’yı soyunma odasında gizli kamerayla görüntülerken yakalandı. (03.03.2006)
• 19 Mayıs Üniversitesi Merzifon Meslek Yüksekokulu müdür vekili Zekeriya Paşaoğlu’nun 2001’de bilgisayar dersinde kız öğrencileri taciz ettiği ortaya çıktı. (30.01.2006)
• Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi akademisyeni Prof. Hamdi Döndüren, “Delilleriyle Aile İlmihali” adlı ders kitabında kadının iz bırakmadan dövülebileceğini, 9 yaşındaki kız çocuklarının evlenebileceğini savundu. (04.05.2006)
• İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Yüksekokulu akademisyeni Ç.A., kendisine cep telefonuyla aşk mesajları yolladığını iddia ettiği okul müdürü Prof. Nüzhet Kahraman ile, ‘Hakkımda dedikodu yayıyorlar’ dediği Yrd. Doç. Bilge Katipoğlu’na, Araştırma Görevlisi Sezar Dallaryan’a, sekreter Nebiha Dinç’e tazminat davası açtı. (22.06.2005)
• Selçuk Üniversitesi profesörü Mehmet Emin Aydın’ın karısını defalarca dövdüğü ve araştırma görevlisi Senar Özcan ile aldattığı ortaya çıktı. (27.02.2006)
• İTÜ Devlet Konservatuarı akademisyeni Mehmet Tangör’e bir kız öğrencisine cinsel tacizden dava açıldı. (16.11.2006)
• İTÜ’lü Prof. Haluk Eyidoğan’ın, kız arkadaşına sarkıntılık ettiği gerekçesiyle bir öğrenciden dayak yediği iddia edildi. (02.11.2006)

II: Üniversiteye dualarla tembihlerle yollananlar bilir; “Evladım, derslerine iyi çalış, hocalarını dinle, onların sözünden çıkma” türevi tembihler okul-aile birliğinin alışkanlıklarıyla sıralanır. “Evladımız adam olacak; eti senin kemiği benim” cinayetli, bir gencin mürüvvetini görme ritüelleri, bu zamanda akademisyen mafyaların eğlencesi olmuştur.
Üniversitedeki siyasi grupların insanları kandırdığından, nasıl (eğer varsa) beyin yıkadığından bahsedilir. Bu yorum, bazı detaylarıyla da gerçekten doğrudur. İnsana insan gözüyle bakmayan politik aygıtlar birçok kuşkunun oluşmasında pay sahibidirler. İktidar-muhalefet ilişkisi, birbirlerine dönüşmeye, benzemeye eğilimlidir.
Artık bugünün üniversite gerçekliğine bakılıp, üniversitedeki siyasi öğrenci gruplarının yaptıkları ile akademisyenlerin yaptıkları karşılaştırıldığında ortaya çıkan manzara çok şaşırtıcı. Siyasi öğrenci gruplarının yaptığı eylemlerin çoğu şiddet içermeyen, pasifist öğeler taşıyan nitelikteler. Sadece ulusalcı-ülkücü gruplar, akademisyen mafyalarının-polisin kontrolünde faşist saldırılarda bulunuyorlar. Bugün yargıya giden öğrenci olaylarıyla akademisyenlerin yargıya giden olayları karşılaştırıldığında, akademisyen mafyalar gerek nitelik gerek nicelik olarak açık ara öndeler.
Akademisyenlerin yaptıkları arasında her türlü yolsuzluk, zimmet, dolandırıcılık, sahtecilik, tarihi eser kaçakçılığı, intihal (bilgi araklama), öğrencilere sarkıntılık, uyuşturucu kaçakçılığı, tehdit ve adam yaralama var; bilmiyoruz daha fazla söze gerek var mı? Kamuoyunda en “terörist” bilinen grupların bile okullarda yaptığı ise oldukça masum sayılabilecek öğrenci eylemleridir.
Aileler çocuklarını okula yollarken, “Aman evladım, akademisyen mafyalara dikkat et” diye yollamıyorlarsa, bu sadece ailelerin korkaklığındandır, bilgisizliğindendir.
Bir de olayın yargıya, kamuoyuna yansımayan kısımları var ki, orası her kampüste, fakültede ‘kol kırılır, yen içinde kalır’ misali korkunun suskunluklarına boğulur: Mafya avukatı ceza hukuku profesörleri, okulda kontrgerilla faaliyetleri yürüten, başka ülkelerde darbe organize eden, deprem korkusunu rantlara çeviren, bilirkişiliklerini, imza yetkilerini şirketlere daha çok kâr sağlamak için satan, neredeyse her ihaleyi soygun fırsatı gören, eğitim-bilim maskesi ile yapmadıkları halt olmayan bir sürü cüppeli pislik.
Evet, bu yazıyı okurken, belki en güvenilir bilinen kurumların kirli yüzüyle karşılaşmak birçok kişi için sarsıcı olabilir. Bildik refleksle, “Bütün akademisyenler böyle mi? Bunlar münferit vaka” makamında karşı çıkışlar olabilir. Onlara sözümüz şu ki, kainatın bilgisinin toplandığı yer artık mafyanın toplandığı yerdir. Üniversiteyle bir şekilde ilişkisi olmuş insanların bildiği idealist akademisyenler çok az da olsa hâlâ varlar. Onların da çoğu, var olan bu rezilliği çok iyi bilmelerine rağmen sürekli baskı altında tutulmalarından dolayı elleri kolları bağlı durumda. Cılız da olsa verdikleri tepkiler de, akademisyen mafyaların üniversite dışındaki güçleri nedeniyle kolaylıkla katakulliye getirilip etkisizleştiriliyor.
Üniversitenin başı dik, çünkü boğazına kadar bokun içine batmış.

III: İnsanlar, mafya denince, televizyondaki dizilerin de etkisiyle, sokakta en rastlanır türü olan koyu renk takım elbiseli yengeç gibi yürüyen hırt tipli Polat Alemdar imitasyonlarını akıllarına getirir. Kimsenin aklına ak saçlı, papyonlu tontonların insanlara kötülük yapabileceği gelmez. Oysa o tontonlar değil mi, insanları öldüren tonlarca bombayı icat edenler? Kapitalizm denen cinayetin en azılı katili militarizmin akademik rütbeli generallerle arasındaki uyum, özellikle 12 Eylül askeri darbesiyle artarak bugüne kadar gelmedi mi? Özal zamanından beri akademisyenler işini bilmede yolunu bulmada iyice azıttılar.
Devlet-şirket-mafya bu topraklarda gücünü artırırken, Türkiye’nin en önemli gelir kaynağı eroin olunca üniversiteler sütten çıkmış ak kaşık olarak kalabilir mi?
Mührü almışlar ellerine, “Adalet de benim, bilgi de benim, hakikat de benim” diyerek, üniversiteden doğru, geleni geçeni, uçanı kaçanı soyup soğana çeviriyorlar, yetmezse öldürtüyorlar. Var olan duruma ilişkin en ufak tepkiyi de vatan-millet-din-kitap-Atatürk-laiklik gibi mevsimine göre değişen kamuflajlarla savuşturmayı meziyet bellemişler.
Akademik kariyerlerin üniversite içine yerleşmiş mafyalar tarafından verildiği, bilimsel nitelikte makale bile üretemeyen, üretse de en fazla yurtdışında faaliyet gösteren para karşılığında akademisyen mafyaların çoğunlukla başkalarının tezlerinden araklayarak yazdıkları metinlerini yayınlayan sahte bilimsel dergilerde yayınlatabilen bir sürü sahtekâr… Zaten çoğu, iş kovalamaktan derslere bile girmiyorlar. Odaları meclisteki milletvekili odalarına dönmüş. Dersleri, çoğu zaman, çanta taşımaktan fırsat bulurlarsa zavallı asistanlar veriyor. Bazı üniversitelerde profesör görmemiş öğrenciler var.
Okullarda ayıya dayı diyerek diplomayı bir şekilde kurtarmaya çalışan bir sürü öğrencinin hali perişan. Çürüme her yeri sarmış durumda. Hapishane-kışla haline gelen üniversitenin rektörlük saraylarında bol ayinli cüppeli saltanat sürenler, artık kral çıplak!
Sizin arkasına saklandığınız kürsüler marangozluk hatası, cüppeli sahtekârlar! Artık marangozların yapması gereken, üniversite denen leşin konacağı tabut olmalı.
Üniversiteler hayata yapılan saldırıların kalesi haline gelmiştir. Şirket-devlet-mafya-üniversite yamuğunun hesabını gençler hesap edemez sanıyorsanız, yanıldığınızı anlayacaksınız.
Saraylarınızın kapılarını doldurun darbeli askerle, işkenceci polisle, özel güvenlikçilerle; titremelerinizin önüne geçemezsiniz. Öfke, saltanat saraylarınızı yıkmaya geliyor! Öfke büyüyor!